gülcan
   
  bilgi sitesi ödev sitesi
  fen ve teknoloji
 

  Ders: Fen ve Teknoloji
  Konu:Kimyasal tepkime çeşitleri nelerdir araştırınız.

   A) ÖZELLİKLERİNE GÖRE :

  1. Yanma Tepkimeleri

  • Bir maddenin oksijenli verdiği tepkimelerdir.
  Yanma tepkimesi için: yanıcı madde, hava(oksijen),     tutuşma sıcaklığı gerekir.
  Bu 3 faktörden birinin eksikliği yanmayı durdurur.CO2   Gazının yangın söndürücü olmasının nedeni özkütlesinin  havadan büyük olması ve yanıcı olmamasıdır.
  • Organik bileşikler yanarlar.
  Organik bileşiklerden yapılarında yalnız C ve H  bulunduranlara hidrokarbon denir.Genel olarak CxHy  formülü ile gösterilirler.Yapılarında C ve H’ın yanı sıra O, S,   N ve halojen (F, Cl, Br, I) bulunduran organik bileşikler  de vardır.
  • Organik bir bileşiğin yanması sonucunda: CO2  oluşması bileşiğin C içerdiğini, H2O oluşması bileşiğin H  içerdiğini, SO2 oluşması bileşiğin S içerdiğini, NO2  oluşması bileşiğin N içerdiğini kanıtlar.Oksijen havadan  geldiği için bileşikte oksijen bulunup bulunmadığı  ürünlerin türüne bakarak anlaşılmaz.

  CS2’de C ve S olduğundan ürünler CO2 ile   SO2’dir.C4H10’da C ve H olduğundan ürünler CO2 ve  H2O’dur.C4H10 ile C4H10O3’ün yanma ürünleri  aynıdır.Ancak oksijenin bir kısmı bileşik tarafından  karşılandığından C4H10O3’ü yakmak için daha az  miktarda oksijen yeterli olur.
  • Metallerin oksijenle birleşmesi paslanma ya da  oksitlenme olarak bilinir.Bu tür tepkimelere yavaş yanma  ya denir.

   2. Sentez (Birleşme) Tepkimeleri

  Birden fazla maddenin birleşerek tek bir ürün oluşturduğu  tepkimelerdir.Bu olayda yan ürün oluşmaz.

 

  3. Analiz (Ayrışma) Tepkimeleri

  Bir bileşiğin kendinden daha basit yapılı maddelere  ayrıştırılması tepkimeleridir.Elektroliz yolu ile ya da ısı  alarak ayrışan maddeler vardır.

    4. Yer Değiştirme Tepkimeleri

   • Aktif olan bir elementin, kendinden daha az aktif olan  (pasif) bir elementle yer değiştirmesi ile gerçekleşen  tepkimelerdir.

   • Sulu çözelti tepkimelerinin birçoğunda ise anyon ve  katyonların her ikisi de yer değiştirir.
    Çökelme ve nötrleşme tepkimeleri de yer değiştirme  tepkimeleridir.

   çökelme:

   Nötrleşme:

   • Organik bileşiklerde de yer değiştirme tepkimeleri vardır.

   5. İyonik Tepkimeler

   Sulu çözeltilerde gerçekleşen tepkimeler iyonların  etkileşmesine dayanır ve tepkime ürünlerinden biri  çökerek (çökelme), sıvı (nötrleşme) ya da gaz halinde  ortamdan ayrılabilir.İyonik tepkimelerde sadece tepkimeye  giren iyonlar gösterilir.Böyle denklemlere net iyon  denklemi denir.

  B) ENERJİ DEĞİŞİMLERİNE GÖRE:

  1. Ekzoterm Tepkimeler

  Oluşumu sırasında dışarıya enerji (ısı-ısşık) veren  tepkimelerdir.Yanma tepkimeleri çoğunlukla ekzoterm  tepkimelerdir.

   2. Endoderm Tepkimeler

  Oluşumu sırasında dışarıdan enerji alan tepkimelerdir.

   Isı bakımından bir kapta ekzoterm bir tepkime gerçekleşiyorsa sistemin sıcaklığında artış olur; endoterm bir tepkime gerçekleşiyorsa sistemin sıcaklığında azalma olur.

   C) MADDELERİN FİZİKSEL DURUMUNA GÖRE:

  1. Homojen Tepkimeler

  Tepkimeye girenlerle ürünler aynı fazdadır.

   2. Heterojen Tepkimeler

   Tepkimedeki maddeler farklı fazlardadır.

    D) ELEKTRON ALIŞVERİŞİNE GÖRE:

   1. Redoks (İndirgenme – Yükseltgenme) Tepkimeleri

   Bu tür tepkimelerde elektron alışverişi ve değerlik değişmesi vardır.

    2. Redoks Olmayan Tepkimeler
Bunlarda elektron alışverişi, değerlik değişmesi yoktur.

    E) GERİ DÖNÜŞÜNE GÖRE

    1. Tersinir Olmayan Tepkime

    Girenlerin tamamen ürüne dönüştüğü tepkimelerdir.Organik maddelerin yanması, çökelme, kuvvetli asit ve bazların nötrleşmesi böyle tepkimelerdir.Tek yönlü olarak gösterilirler.

     2. Tersinir Tepkime

   Ürünlerin kendi aralarında etkileşip girenleri oluşturduğu tepkimelerdir. Çift yönlü olarak gösterilirler.

 

    F)VERİMLERİNE GÖRE:

   1. Artansız Tepkime

   Tepkimeye giren maddelerin tümü tamamen tükenir.

   2. Tüm Verimler Gerçekleşen Tepkime

   Tepkimeye giren maddelerin en az biri tamamen  tükenir.Böyle tepkimelerde tepkimeye giren maddelerden  ortamda daha düşük oranda bulunan tamamen  tükenir.Artansız tepkimeler tam verimle gerçekleşen  tepkimelerdir.

    3. Düşük Verimle Gerçekleşen Tepkime

   Tepkimeye giren maddelerin hepsinden artar.

  Kaynak

    Etiketler:, , , ,

   1- Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924). Bu kanunla    Türkiye dahilindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli   Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.
   2- Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun   (1 Kasım 1928)
   3- Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin Kuruluşu (12 Nisan  1931). Cemiyet daha sonra Türk Tarih Kurumu adını  almıştır (3 Ekim 1935). Kültür alanında yeni bir tarih  görüşnü ifade eden kurumun kuruluşuyla ümmet tarihi  anlayışından millet tarihi anlayışına geçilmiştir.
  4- Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşu (12 Temmuz 1932). Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır   (24 Ağustos 1936). Kurumun amacı, Türk dilinin  öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya  dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.  continue reading »

   Etiketler:, , ,
    Kas 26

-    Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler  bulunmalıdır?
-   Bu sorunun tasavvuf konusundaki belirsizlikleri gidermek amacıyla sorulduğu anlaşılmaktadır. Bugün tasavvuf konusunda sapla saman birbirine karıştığı, şeyhlerin sahtesi ile gerçeği yaygın bir biçimde her yanda bulunduğu için bunları birbirinden tefrik etmek zordur. Bunların doğrularını tanımak için bir takım ölçülere ihtiyaç vardır. İşte o ölçüler şunlardır:
  a- Ehl-i sünnet ve ve’l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç,
  b- Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı (salih amel), Continue reading »

  Etiketler:, , ,
Kas 26

   Hakaniye Lehçesi dendiği zaman akla Kaşgarlı   Mahmut’un en çok beğendiği, öyle ki “Kaşgar dili”,”Kaşgar   Türkçesi” olarak da adlandırılan, bir diğer  şekilde “Karahanlı Türkçesi” (Karahanlıca)dilinin  devirlerinden biri gelir.

   Kaşgarlı’nın şivelerle karşılaştırılırken “Türkçe” diye  adlandırdığı Hakaniye lehçesi, ilk Türk yazı dilidir.Bu yazı  dili devresinden gelen eserlerin büyük kısmı Uygur yazısı  ile yazılmış olduğundan bu döneme Uygur dönemi(devri),  bu yazı diline de Uygurca denilebilir. Continue reading »

  Etiketler:, , , ,
   Kas 23

   ulusal egemenlik, hakimiyetin kayıtsız şartsız Türk  milletine ait olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu  ve milli kahraman Mustafa Kemal, ulusal egemenliği, bir  vatan üzerinde yaşayan bir halkın bütün kararlarını  kendisinin verebilmesi, yönetimini demokratik seçimlerle  gelen siyasal partilerin oluşturduğu TBMM aracılığıyla  kullanması gerektiğini söylemiştir. Bu yönetim ilkesi aynı  zamanda üç ilkeyi kapsar: Continue reading »

  Etiketler:, , ,
  Kas 21

      Özkütle

   Bazı maddeleri birbirinden ayırt etmek kolaydır.Örneğin  su ile sütü birbirinden kolaylıkla ayırt edebiliriz.Fakat etil  alkol ile suyu kolay kolay ayırt edemeyiz.
  maddeleri birbirinden ayırt ede bilmek için özkütle, erime   noktası, donma noktası, esneklik ve özısı gibi ayırt edici  özelliklerden yararlanılır.
  Bir maddenin birim hacminin kütlesine özkütle veya  yoğunluk denir.Birim hacim olarak 1 cm3, kütle birimi  olarak da g alırsak, özkütle birimi g/cm3 olur.
   Bir maddenin kütlesi(m) hacmi(v) bilinirse ;o maddenin  özkütlesi (d), d=m/v bağıntısı ile bulunabilir. Continue  reading »

   Etiketler:, , ,
    Kas 17

   Rasyonel sayılar kümesi, sayı ekseninde sık olmasına  rağmen sayı eksenini tam dolduramamaktadır. Çünkü sayı  doğrusu üzerinde görüntüsü olduğu halde rasyonel  olmayan sayılar vardır. Şimdi bu sayıları inceleyelim.
  Karesi 2 olan a sayısını ele alalım.
  a2 = 2 ise, a sayısını* şeklinde gösterebilir ve “karekök  iki” diye okuruz. Acaba bu sayısı hangi sayılar arasındadır?   Continue reading »

   Etiketler:, , , ,
Kas 15

   Kimyasal hesaplama yapabilmek için;
   1- Tepkime denklemi doğru olarak yazılarak eşitlenmelidir. Bir tepkime bize şu bilgileri verir.

   N2(g) + 3H2(g) 2NH3(g)

   1 mol 3 mol 2 mol ( Mol sayısı korunmadı)
   22,4 litre 3×22,4 litre 2×22,4 litre (N.Ş.A) (Korunmadı)
   28 gram 6 gram 34 gram (Kütle korundu)
  2 mol atom 6 mol atom 8 mol atom (Atom s. Korundu)
  2 litre 3 litre 2 litre ( Sadece gazlar için) Continue reading »

   Etiketler:, , ,
   Kas 12

   Bilimsel, Sanat ve Günlük Hayatımızın Yazıları

  Bilimsel ismi: Su
   Alternatif isimler: aqua, dihidrojen monoksit, hidrojen   hidroksit
  Moleküler formülü: H2O
  Mol kütlesi: 18.0153 g/mol
  Yoğunluk(Hallere göre): 1.000 g/cm3, sıvı; 0.917 g/cm3,  katı
  Erime noktası: 0 °C (273.15 K) (32 ºF)
  Kaynama noktası: 100 °C (373.15 K) (212ºF)
  Özgül ısı kapasitesi: (sıvı) 4184 J/(kg·K)

   Kimyasal ve Fiziksel Özellikleri

   Suyun kimyasal formülü H2O’dur. Continue reading »

   Etiketler:, , , ,
   Kas 07

  Cumhuriyet döneminde Türkiye hemen hemen her  alanda hızlı bir çağdaşlaşma hareketine girmiş  olduğundan bu dönemde ortaya çıkmış birçok edebi ve  fikri hareket aynı zaman içinde varlık göstermişlerdir. Daha  önce olduğu gibi bir edebi akım ömrünü  tamamlayıp yerine bir başkası geçmemiştir. Birçok edebi  akım varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir. Farklı  görüşte olan edebi anlayışlar Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan günüm.üze kadar varlıklarını devam ettirmiş,  temsilcileriyle edebiyat ve sanat dünyasında örneklerini  vermişlerdir. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi Türk  edebiyatında gelişen edebi akımları kesin bir şekilde bir  sınıflamaya sokmak biraz zor gibi gözükmektedir. Continue  reading »

  Etiketler:, ,
  Kas 03

  Çiçek, tohumlar vasıtasıyla yeni bireylerin oluşmasını ve  bitkinin devamını sağlar.
  Tam bir çiçekte; çiçek sapı, çiçek tablası, çanak yaprak,  taç yaprak, erkek ve dişi organlar vardır. Çiçek sapı çiçeği  dala bağlar, çanak yaprak, taç yaprak, erkek ve dişi  organlar dıştan içe doğru sırayla dört halka şeklinde çiçek  tablası üzerine dizilirler.
   Çanak yaprak: Genelde yeşil renklidir. Çiçeğin en dış   kısmını oluşturur.Çiçek tomurcuk halindeyken çiçeği korur.  Continue reading »

   Etiketler:, , , ,
   Kas 02

  Hücreler ışık mikroskopu ile incelendiği zaman,   sitoplazma ve çekirdek adı verilen iki bölümden oluştuğu   görülür. Ancak daha büyük büyütme sağlayan elektron  mikroskopuyla yapılan incelemeler, hücrenin bir takım alt  birimlerden, hücre organellerinden oluştuğunu ortaya  koymuştur. Hücre şunlardan oluşmuştur. Continue    reading »

  Etiketler:, , ,

PROTEİNLERİN FİZİKSEL, FİZİKOKİMYASAL VE KİMYASAL ÖZELLİKLERİ

 

1. PROTEİN MOLEKÜLLERİNİN YAPISI

Bir proteinin asid veya uygun bir proteolitik enzimle tam hidroliz edilerek, bu sırada hiç bir amino asid bozunmadığı takdirde, hangi aminoasidlerden oluştuğu ve bunların rölatif miktarını bulmak mümkündür. Bu konuda başlıca ince tabaka kromatografisi ve daha iyisi kolon kromatografisinden faydalanılır. Fakat bu bilgiler proteinlerin yapısını tam olarak aydınlatmaz. Bunun için önce her bir yapı taşının birbirine hangi sırada bağlandıklarını saptamak gerekir ki, başlıca zorluk da buradadır. Bir protein veya polipeptid zincirindeki amino asid birimlerinin sayısını ve birbirine bağlanış sırasını gösteren yapıya primer yapı (strüktür) denir. Bu konuda son 20 yılda büyük ilerleme kaydedilmiş ve ilk önemli aşama sığır insulin’inin SANGER tarafından yapılan amino asid sırası analizi olmuştur SANGER insulin’in, birbirine disülfür bağlarıyla bağlı iki zincir halinde 51 amino asidden ibaret olduğunu bulmuştur. Bundan başka da enzim ribonükleaz’ın 124 amino asidden, hemoglobin’in 574 aminoasidden, yumurta albumininin 288 ve laktoglobulinin 370 amino asidden ibaret olan primer strüktürleri aydınlatılmıştır.

Bir polipeptiddeki amino asidler sırasının analizine uç amino asidlerin belirlenmesi ile başlanılır. Eğer bir polipeptid veya protein bir tek peptid zincirinden oluşmuşsa, bir tek serbest amino grubu taşıyan, bir tek kalıntı (amino-uç kalıntısı veya N-uç) ve bir tek serbest a-karboksil grubu taşıyan bir tek kalıntı (karboksil-uç kalıntısı veya C-uç) bulunur, şu örnekte olduğu gibi:

H H H

½ ½ ½

Amino-uç — H2N – C – C – NH…………C – N – C – COOH ¬ Karboksil-uç

½ ½½ ½½ ½

R O O R

O halde uç grupları (amino-veya karboksil uç) sayısının kantitatif belirlenmesi protein molekülü başına peptid zincirleri sayısını hesap etmeye yarar. Onun için sıranın incelenmesinden önce bu tip uç grup analizi temeldir. Bundan başka gene bu kantitatif uç grup analizi proteinin saflığı hakkında da bilgi verir. Biz burada, uç grup analizleri hakkında yalnız birer metot vermekle yetineceğiz.

1.1. N-Uçlu Kalıntının Belirlenmesi

Çok değerli bir teknik, proteinlerin amino gruplarıyla bağlanabilen ve daha sonraki hidrolizle ayrılmayan bir reaktif kullanmaktır. SANGER tarafından geliştirilen en eski metodda l-fluoro - 2,4 - dinitrobenzen (FDNB) kullanılır. Bu reaktif oda sıcaklığında bile zayıf alkali pH da uç a amino grupla birleşir, sarı renkli bir dinitrofenil (DNP) türevi verir :

Reaktifin fazlası ortamdan çıkarıldıktan sonra protein 6 N HC1 ile hidroliz edilir. Hidroliz uç amino grubuna bağlı dinitrofenil kalıntısına etki etmez ve sarı renkli DNP.amino asidler eter veya kloroform gibi polar olmayan çözgenlerle ekstre edilir ve iki boyutlu kromatografi ile belirlenirler.

1951-1956 yıllan arasında SANGER tarafından, amino asid sırası ilk belirlenmiş olan insulin, bir fenil alanın ve bir de glisin kalıntılı iki N-ucu taşır, bundan ötürü iki farklı amino asid kalıntısı taşır, yani molekül iki zincirden oluşmuştur. İnsan hemoglobin molekülü dört polipeptid zincirinden ibarettir.

1.2. Karboksil Uç Grup Belirlenmesi

C-uç amino asidin belirlenmesi için bir kimyasal yöntem, proteinin anhidr ortamda, 100° de hidrazinle reaksiyonuna dayanır. Bu sırada transamidasyon olur, bütün amid bağları koparılarak amino asid kalıntılarının hidrazidleri meydana gelir; yalnız karboksil uç kalıntısı serbest amino asid olarak kalır ve bu ayrılıp doğrudan doğruya veya DNP si yapılarak kromatografi ile belirlenebilir :

Protein + n(H2N-NH2) ® n(R—CH-CO-NH-NH2) + uç-amino asid

NH2

Hidrazidler benzaldehid veya p-nitrobenzaldehidle SCHIFF bazlarına dönüştürülür :

n(R- CH-CO—NH-NH2) + uç-amino asid

NH2

¯ R – CHO

nR-CH-CO—NH-N = CH R) + uç-amino asid

N=CH-R SCHIFF bazı

2. PROTEİNLERİN SÖKONDER, TERSİER VE KUATERNER YAPISI

Primer yapıda tek bağlar, bağ etrafında serbest rotasyona elverişli olduğundan sonsuz sayıda konfigürasyon (uzaydaki tertip) mümkün olacağını kabullenmek gerekir. Halbuki proteinlerde ancak bazı konfigürasyonlara rastlanmaktadır. Buna göre de söz konusu protein molekülündeki atomların tertibini bilmek gerekir. Proteinlerde, hidrojen bağları gibi, atomlar arası reaksiyonlardan sökonder yapı denilen bazı konfigürasyonlar tercih edilir. Polipeptid için bu konfigürasyonlardan üçü «yaprak strüktür», «kıvrımlı yaprak strüktür» ve «a-helis» şekilleri anlaşılmıştır.

Hidrojen bağları komşu polipeptid zincirleri arasında veya sökonder strüktür helis ise, tek bir polipeptid zinciri içerisinde olabilir.

2.1. Yaprak Strüktür

Polipeptid zincirleri, maksimum gerilimle yan yana ya hep aynı doğrultuda (paralel) dırlar veya nöbetleşe doğrultuda (antiparalel) olurlar.

Bir zincirin C = O grubu, diğer zincirin NH grubu ile hidrojen köprüsü ile bağlıdır (Şekil 2).

Şekil 1. Yaprak strüktür.

(a) Antiparalel. (b) Paralel noktalar hidrojen köprülerini gösterir

2.2. Kıvrımlı Yaprak Strüktür

Kıvrımlı yaprak strüktüründe zincirler akordeon şeklinde kıvrılmış yapraklar üzerinde karşı karşıyadırlar. a - C atomları menteşe doğrultu-sandadırlar. Şekil 2’de paralel tarzda dizilmiş zincirlerin kıvrımlı yaprak strüktürü gösterilmiştir.

Şekil 2. Paralel zincirlerin kıvrımlı yaprak strüktürü

2.3. a -Helis Strüktür

L.PAULING tarafından aydınlatılan a helis konfigürasyonunda C=O ve NH gruplar belirli aralıklarla karşı karşıya gelirler ve burada hidrojen köprüleri aynı zincir içerisinde meydana gelmiştir. Komşu helisler de birbirleriyle hidrojen bağları ile tutunmuşlardır. a-Helis sağa veya sola dönen olabilir, bunlar birbirinin resim ve ayna resmi gibidirler, çevirmekle birbiri üzerine getirilemezler. Amino asidlerin yan zincirleri helisden dışarıya doğru yer alırlar.

2.4. Tersier ve Kuaterner Strüktür

Protein yapısına ait üçüncü bir şekil tersler yapı adını alır, sökonder strüktürün, yan zincirler arasındaki etkiden ileri gelen uzaysal (üç boyutlu) düzenlenmesini gösterir. İlâve bağlarla katlanmalar olmuştur. Bu bağlar kovalent, hidrojen bağlan, tuz bağları ve hidrofob veya nonpolar bağlar olabilir. Miyoglobin ve hemoglobinde tersier strüktür gösterilmiştir. Nihayet, bir tekden fazla peptid zinciri ihtiva eden proteinler için kuaterner strüktür terimi kullanılmaktadır. Bu şekil, belirli tersier strüktürlerin kovalent bağlı olmayarak dayanıklı agregat halidir.

Bilinen proteinlerin pek çoğu uzun iplikler halinde olmayıp şeklen küresel olmaya yatkındırlar. Bunlara globular proteinler denir. Bunlar düzenli bir şekilde katlanmış veya kangal haline gelmiş polipepted zincirlerinden oluşmuşlardır. Başka proteinler iplik halindedirler, hayvansal-vücut proteinleri genellikle bu tarzdadırlar. Globular proteinler açılarak, kolayca denatüre olurlar.

3. PROTEİNLERİN TASNİFİ

Hemen bütün proteinlerin kimyasal bileşimi hakkında yeter bilgimiz-olmadığından bunların sistemli bir tasnifini yapmak mümkün olamamak tadır. Öteden beri yapılan tasniflerde mümkün okluğu kadar kimyasal temele dayanılmakta ve bu olmadığı takdirde çözünürlük temel olarak alınmaktadır. Kimyasal bileşimlerine göre proteinler önce, basit proteinler ve bileşik proteinler (proteidler) olmak özere iki gruba ayrılırlar. Basit proteinler yalnızca a amino asid moleküllerinden yapılmışlardır, bileşik proteinler ise amino asidlerin yanında başka yapı taşlarını da taşırlar. Bununla birlikte bu tasnif pek doğru değildir, çünkü, basit proteinler grubuna giren proteinlerde az miktarda amino asid olmayan değişik maddeler, örneğin karbohidrat (albumin ve globulinde) veya fosfor (ovalbuminde) bulunur. Basit proteinler, çözünürlük bakımından ayrıca; çözünen ve çözünmeyen olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Çözünme su,, tuz, alkali ve asid çözeltilerinde ve etanolde olabilir.

3.1. ÇÖZÜNEN BASİT PROTEİNLER

Çözünen proteinler 6 gruba ayrılırlar :

3.1.1. Albuminler

Hayvan ve bitki dokularının her ikisinde de fazla miktarda bulunurlar ve çözünen proteinlerin bir başka grubunu teşkik eden globulinlerle birlikte doğada bulunan proteinlerin çoğunluğunu teşkil ederler. Albuminler elde edilmeleri kolay, en iyi bilinen proteinlerdir. Zayıf alkali özeliktedirler, moleküllerinde bulunan diamino asidler dikarboksilli asidlerle az çok dengededir. Suda, seyreltik tuz çözeltilerinde, seyreltik asid ve alkalilerde çözünürler ve çözeltilerinin sulp amonyum sülfat ile doyurulmalar ile çökeltilirler. Amonyum sülfat ile yarı doyurmakla, magnezyum sülfat veya sodyum klorür ile doyurmakla pıhtılaştırılamazlar. Daima birlikte bulundukları globulinlerden bu özellikler ile ayırt edilirler. Hafif asidli (pH = 4,9) çözeltilerinden ısıtmakla kolayca pıhtılaştırılırlar. Kuvvetli asitler ve ağır metal tuzlar ile pıhtılaşırlar. Albuminlerin çoğunun izoelektrik noktaları pH 4,5 ile 5,0 arasındadır. Organik çözücülerde çözünmezler. Kükürt yüzdeleri (%1,6-2,2) yüksektir, buna karşılık glikokol ihtiva etmezler. Bu grupta yumurta beyazında bulunan uvalbumin (billûri), adalede bulunan miyojen, kan serumunda bulunan serumalburnin (billûri), sütte bulunan laktalbumin, buğdayda bulunan lökosin, pankreas salgısında bulunan insulin (ensülin) proteinleri vardır.

3.1.2. Globulinler

Albuminlere benzerler. Bir kısmı saf suda çözünür ki bunlara psödoglobulinler denir. Çoğu ise saf suda hemen hemen hiç çözünmez, bunlara da ögloblinler denir. Her halde globulinler seyreltik (%10-15) tuz çözeltilerinde çözünürler. Çözeltilerinden sulp MgSO4 veya NaCl ile doyurmakla ve (NH4)2SO4 ile yarı doyurmakla çökeltilirler. Albuminler gibi ısıtmakla da pıhtılaşırlar. Globulinler asid karakterde olduklarından yalnız alkalilerde çözünürler, asidlerde, karbonik asitle bile çökerler. Globulinler canlıların en önemli proteinleri olup molekülleri albüminlerinkinden daha büyüktür. İzoelektrik noktaları çokluk albüminlerinkinin üstünde pH 5,5 - 6,5 arasındadır. Albuminler gibi organik çözücülerde çözünmezler Kandan eritrozitlerin ayrılmas ile geriye kalan sarımtrak sıvı plazmada fibrinojen proteini çözünmüş olarak bulunur, kanın pıhtılaşması ile bu protein suda çözünmeyen bir globulin olan fibrin’e dönüşür. Kanamalarda bu suretle kanın fazla akması önlenir. Fibrinin ayrılmasından kalan sıvıya serum denir İşte bu serumda serumalbumin ve serumgiobulin bulunur. Diğer önemli hayvansal globulinler, sütte bulunan laktoglobulin ve adalede bulunan miyozin’dir.

Globulinler bütün bitki hücrelerinde bulunurlar, tohumların ve özelikle tohum embriyosu karakteristik proteinlerinden birini teşkil ederler. Kenevir tohumunda ve tahılda edestin, bezelyede İegümin, bademde amandin globulinlerdendirler.

3.1.3. Glutelinler

Glutelinler saf su ve tuz çözeltilerinde çözünmezler, fakat seyreltik asid ve alkalilerde kolay çözünürler. Glutelinlerin tipik örnekleri tahıl tanelerinde (endosperm hücrelerinde) bulunurlar. Bunlardan buğdayda glütenin, yulafta avenin, pirinçte orizenin, mısırda zeanin ve arpada hordenin vardır.

3.1.4. Prolaminler

Prolaminler bir grup bitkisel globulinlerdir, yalnız tahıl tohumlarında ve ilgili bitkilerde bulunurlar. Hububattan yalnız pirinçte hiç bulunmadığı tahmin edilmektedir. Yüzde 70-80’lik alkolde çözünürler, mutlak alkolde veya suda çözünmezler. Onun için bunlara alkolde çözünen proteinler denir. Buğdayda glüteninin yanında gliadin bulunur. Buğdayın yapışkan maddesi «glüten=öz» bu iki protein karışımıdır. Buğday ununa su ilâve edildiğinde gliyadin ve glütenin kolloidal yapışkan bir kompleks yaparlar. Bu özelik buğdayı diğer hububattan ayırt ettirir. Bu yapışkan madde sayesindedir ki maya ile hasıl olan karbon dioksit hamurda tutulu kalır. Ekmeğin pişmesi için glüten lazımdır, kabuk glüten sayesinde teşekkül eder.

Glüten proteinleri yaklaşık yüzde 17,55 azot ihtiva eder. Onun için buğday veya buğday ürünlerindeki kaba protein tayininde 100 : 17,55=5,7 faktörü kullanılır. Yalnız kepek gibi yan ürünler için, genellikle kullanılan 6,25 faktörü yaklaşık olarak doğru gelmektedir. Mısırda zein, arpada hordein prolaminleri bulunur. Prolamin moleküllerinde fazla miktarda glutamin asid (yaklaşık olarak %35) ve prolin (%30 kadar) vardır. Onun için bu proteinlere prolamin denilmiştir. Buğday gliyadininde yaklaşık olarak yüzde 10, mısır zeininde yüzde 8 prolin vardır.

3.1.5. Protaminler

Protaminler en basit doğal proteinlerdir. Yapılarında 14-20 peptid bağı vardır. Molekül tartıları 3000’i aşmaz. Moleküllerindeki azot yüzdesi fazla, yaklaşık olarak %32 dir. Fazla miktarda arginin (°/o90’a kadar) ihtiva ettiklerinden kuvvetli alkali özeliktedirler, havadan karbondioksid alarak karbonat teşkil ederler. Argininden sonra en fazla lisin ve histidin amino asidleri bulunurlar. Su ve seyreltik asidlerde çözünürler. Serbest protaminler yağlı maddeler, sülfat veya klorür tuzları beyaz tozdurlar. Kuvvetli baz özeliğinde olduklarından diğer proteinleri çökeltirler. Bu proteinler yalnız bazı balık cinslerinde nuklein asid ile birleşmiş olarak balık spermasında bulunurlar. Bir balık sperması protaminin izoelektrik noktası 12,0-12,4 bulunmuştur. Som balığında salmin ve ringa balığında klupein tecrit edilmişlerdir. Uskumru balığı spermasında skombrin vardır. Birçok protaminler son zamanlarda tıpta kullanılmaya başlanmıştır. Bu arada insulinin protamin ile olan bileşiği şeker hastalıklarında kullanılmaktadır ki bu ilacın etkisinin daha uzun zaman devam ettiği görülmektedir

3.1.6. Histonlar

Histonlar bazı hayvan dokularında bulunurlar. Yapılarındaki diamino asidlerin fazlalığından, alkali özeliktedirler, histidin ve arginin amino asidleri fazladır. Yalnız bu alkalilikleri protaminler kadar değildir, tzoelektrik noktaları nötr noktaya daha yakındır. Örneğin globin’in izoelektrik noktası pH 7,5 dır. Saf histonlar suda çözünür, ısıtmakla pıhtılaşmazlar, çok seyreltik asidlerde de çözünürler. Fakat sey-reltik amonyak çözeltisinde çözünmezler. Hücrelerde histonlar nuklein asidlere bağlı olarak bulunurlar. Histonların yapısı protaminlerden daha karışıktır ve kükürt ihtiva ederler. Azot yüzdeleri protaminlerden daha az, yaklaşık olarak % 20 kadardır. Bunlar da diğer proteinleri çökeltirler. Tipik örnekleri hemoglobin’in globin’i, lökosit histonları ve balık sperması histonlarıdır. Histonlar bitkilerde bulunmazlar.

3.2. Çözünmeyen Basit Proteinler

Bunlar kimyasal reaktiflere karşı dayanıklı olup suda, seyreltik asid, alkali ve tuz çözeltilerinde çözünmezler. Bunlara genellikle albuminoidler adı verilmektedir. Bu grup, heterojen bir grup olup özelikleri birbirine benzemeyen birçok proteinleri ihtiva eder. Enzimler de bunlara genellikle etkisiz kalırlar. Daha ziyade öbür gruplara giremeyen bütün proteinler bu grupta sayılmaktadırlar. Bunlar hayvan organizmasının mekanik iş gören kısımlarında bulunurlar. Gıda bakımından değerleri pek azdır, yalnız kollajenin biraz gıda değeri vardır. Bu grupta yün, ipek, saç, tırnak, boynuz, hayvan postu ve tüylerin proteinleri bulunur. Bitkilerde bu grup proteinler yoktur. Bunlara, hayvan iskelet proteinleri olduklarından, skleroproteinler de denir. Bunlardan keratin saçın, tırnağın, yün, boynuz ve tüylerin esas kısmını teşkil eder. Kükürt yüzdesi fazla, % 4-5 ‘dir. Başlıca sistin olmak üzere histidin, lisin, ve arginin amino asidlerini ihtiva eder. insan saçında yüzde 15-20, tırnakta yüzde 5 sistin bulunur. Bu proteinlerin yanmasında duyulan hoş olmayan koku merkaptan teşekkülünden ileri gelir. Keratin molekülleri iplik tarzındadır, su buharında keratin gerilerek uzunluğu yaklaşık olarak yüzde 30 kadar artırılabilir. Keratin’in asıl şekline alfa keratin, uzamış şekline ise beta keratin denir. Saç ve tırnaklardaki keratine ökeratin, sinir liflerinin, derinin ve diğer organların iskelet maddesi olan keratinlere de psödokeratin denir.

Bu gruptan kollajen kemiğin, kıkırdağın, derinin ve diğer bağ dokularının temel maddesidir. Bağ dokusu kollajen ve elastin liflerinden yapılmış bir ağdır. Bunların azot yüzdeleri fazla, %17,9 dur. Hidrolizlen-mekle başlıca glikokol olmak üzere prolin, arginin, losin, asparagin asid ve glutamin asid amino asidleri ayrılır. Kollajen su ile ısıtılırsa takriben 600C’de uzunluğu üçte birine kadar kısalır ve daha yüksek sıcaklıkta glutin (tutkal) haline gelerek kolloidal olarak çözünür.

Jelatin saf renksiz kemik tutkalıdır, cilt veya kemik kollajeninden alkali veya seyrettik asidle hidrolizle elde edilir. Jelatinde, kollajenin paralel iplik molekülleri birbirinden ayrılmış düzensiz ağ meydana getirmişlerdir. Bu ağın gözlerinde su tutulur. Jelatin suda şişer, çözeltileri soğutulmakla pelteleşir. Dericilikte tanenlenen kısım hayvan derisinin kollajenidir. Elastin su, asid ve alkalilerde şişmez.

Kollajen ve jelatin pepsin ve tripsin enzimler ile hidrolizlenirler. İpekte jelatin yanında bulunan fibroin ve bunu örten serisin proteinleri de albuminoidlerdendirler. ipek fibroin’i hemen tüm dört amino asid: glikokol, alanin, serin ve tirosin’den yapılmıştır. Süngerde sponjin, hidroliz ile iyot gorgon asid’i verir.

3.3. Bileşik Proteinler (Proteidler)

Bileşik proteinler, basit proteinlerden başka prostetik grup denilen ve basit proteine az veya çok sağlam bir şekilde bağlanmış olan başka cins kimyasal bileşik kalıntılarını ihtiva ederler. Bu şekilde bileşik proteinler hidrolizlendik’erinde amino asid veya ürünlerinden başka, fosfat asidi, pigmentler, şeker, lesitin, yağlar ve nuklein asidler verirler. Birçok enzimler bileşik proteinlerdendirler. Bileşik proteinler, prostetik grubun nev’ine göre fosfoproteid, glikoproteid, nukieoproteid, lesito-proteid, kromoproteid, lipoproteid v,b. diye adlandırılırlar.

3.3.1. Fosfoproteidler

Fosfoproteidler, serin fosfat şeklinde, fosfat asidi ihtiva ederler. Bariz suretde asidik karakterdedirler, mavi turnusolü kırmızıya boyarlar. Suda az fakat alkalilerde tuz teşkil ederek kolay çözünürler. Tuzlarının çözeltileri kaynatmakla da pıhtılaşmaz.

Sütün başlıca proteini olan kazein bir fosfoproteid olup inek sütünde % 3 oranında ve kalsiyum tuzu seklinde çözünmüş olarak bulunur, sütün yağını emülsiyon halinde tutar.

Kazein molekülünde % 0,8 fosfor bulunup bu, fosfat asidi fosforudur, bu asid serin fosfat şeklinde serin’in —OH grubu ile esterleşmiş vaziyette yan zincir teşkil eder Fosfat asidinin diğer iki - OH grubu ser-besttir- Onun için kazein asidik özeliktedir ve izoelektrik noktası pH 4,7 dir. Süt kazeininin homojen olmadığı ve elektroforezle a- b- ve g kazein diye adlandırılan üç bileşenden oluştuğu tespit edilmiştir. Sütü pH ~ 4,5a kadar asitlendirmekle kazein kolayca çöktürülür Asidle çöktürülmüş kazein % 75 a-kazein, % 22 b kazein ve % 3 g kazein ihtiva eder. a, b ve g kazeinler amino asid yapısı, molekül büyüklüğü ve fosfor muhteviyatı ile birbirinden farklanırlar. Kazeinin bileşiminde metionin, tirozin, ve hayat için gerekli diğer amino asidler yeteri kadar bulunduğundan değerli bir proteindir.

Kazein endüstride galalit sentetik reçinesi, lanital sentetik yünü yapımında kullanılır.

Yumurta sarısında bulunan vitellin de bir fosfoproteiddir. % 2,2 fosfor ihtiva eder ve çokluk lipidlerle bağlı olarak lipovitellin halinde bulunur. Bunun yanında, lipidce daha zengin fakat fosforca fakir başka bir fosfoproteid vitellenin (lipovitellenin) bulunmuştur. Yumurta sarısında bulunan fosforca zengin bir başka fosfoproteide fosvitin adı verilmiştir. Yumurta sarısının suda çözünen, çok az fosfor ihtiva eden, (%0,05 P) ısıtmakla pıhtılaşan proteini livetin, toplam yumurta sarısı proteinlerinin % 25 ini teşkil eder.

3.3.2. Glikoproteidler

Glikoproteidler bileşimlerinde % 10-30 karbonhidrat ihtiva ederler. Bunlar iki gruba ayrılırlar :

Nötro glikoproteidler moleküllerinde mannoz, galaktoz ve asetilglukozamin gibi nötr şekerler vardır. Bunlar nötr veya zayıfça asidik özelikte proteinlerdir. Yumurtanın ovomükoid’i,gözün cam maddesinin mükoidi, ve kan serumunun serummükoid’i bunlardandır. Mükoidlerde asetilglukozamin vardır ve prostetik grup mükoitin sülfat asidedir. Bu sonuncusu hiyaluronasid’in sülfat asidi esteridir. Hiyaluronasid bir polisakkarid olup nöbetleşe D-glukuron asid ve N-asetil-D glukozamin kalıntılarını taşır. Birçok hayvansal dokularda, çokluk bir proteinle kompleks halinde bulunur. Mükoidler fosfor ihtiva etmezler.

Hiyaluran asid

Asido glukoproteidler asidik özeliktedirler. Asid grupları ya sülfat asidi veya hekzuron asidden ileri gelir. Sümüklü sekretlerin proteinleri bu gruptandır. Bu proteidlere eskiden müsinler (sümüksel maddeler) adı verilmiştir. Kıkırdakta bulunan konaroproteidicr de bu sınıftandırlar, moleküllerinde kondroitin sülfat bulunur. Bunlar da fosfor ihtiva etmezler.

Kondroitin, b-D-glukuronido-1,3 N-asetil-D-galaktozamin’in bir polimeridir. Hiyaluron asidden yalnızca glukozamin yerine galaktozamin ihtiva etmesiyle farklanır. Kondroitin-4-sülfat (kondroitin sülfat A) ve kondroitin-6-sülfat (kondroitin sülfat C) olmak üzere iki sülfatı bilinmektedir. Birincisinin formülü aşağıda verilmiştir. Kan ve yumurtanın albumin ve globulinleri asetilgukozamin ihtiva eden bir polisakkarid grubunu taşırlar ve bundan ötürü glikoproteidlere sokulabilirse de bunlardaki karbohidrat yüzdesi mükoid ve müsinierdeki karbohidrat yüzdesine nazaran çok düşüktür.

Kondroitin sülfat A

3.3.3. Nukleoproteidler

Nukleoproteidler hayvan ve bitki hücre çekirdeklerinin temel kısmını teşkil ederler. Bu şekilde hemen bütün hücrelerde bulunurlarsa da çoğundaki miktarlar pek azdır ve izole edilebilecek miktarları ancak pek sınırlı balık sperması, maya hücreleri v.b. gibi yerlerde bulunur. Nukleoproteidler histon ve protamin gibi alkali karakterde bir basit proteinin nuklein asidlerie tuz tipinde yaptıkları bileşiklerdir. Bunlar çok sayıda fosfat asit ihtiva ettiklerinden asidik reaksiyon verirler; su ve asidlerde çözünmezler. Zayıf alkalilerde çözünürlerse de asid ilavesi ile tekrar çökeltilirler. Bunları tuzlar, asidler veya alkalilerle dikkatle muamele ederek hidrolizleyerek, nukleoproteidden nuklein asidi ayırmak mümkündür.

Pepsin enzimi veya zayıf asidler nukleoproteidlerden bir kısım protein çözer ki geri kalan kısmına nuklein denir. Nukleinde daha az protein vardır. Tripsin enzimi veya asidlerin daha uzun müddet etkisi ile kalan proteinde uzaklaştırılarak serbest nuklein asid ayrılır. Sindirim enzimleri nuklein asidleri bölemezler.

Asid veya enzimlerle daha ileriye giden hidroliz sonucu nuklein asidden de daha üç grup madde ayrılır :

fosfat asidi,

Bir şeker veya şeker türevi,

İki purin ve iki pirimidin cinsinden bazlar.

Şekil-5 de nukleoproteidin hidroliz ürünleri gösterilmiştir.

Şekil-3 Nukleoproteidlerin hidroliz ürünleri

3.3.3.1. Nuklein Asidler.

Nuklein asidler canlı hücrelerin çekirdeklerinde yüksek konsantrasyonda bulunan, suda kolloidal olarak çözünen, molekül tartıları yüksek, yaklaşık l05 ile l07 arasında olan makromolekül veya polimerlerdir. Genetik (bitki, hayvan ve insanlarda soyaçekim olaylarını inceleyen biyoloji kolu) olayların kontrolünden sorumlu olan bu maddelerdir. Molekülleri zincir şeklindedir ve kolayca birçok daha küçük birimlere hidrolizlenebilirler. Her bir nuklein asid molekülü monomer birimlerin cinsine ve bu birimlerin zincir içerisindeki sıralanış şekline göre değişir.

Nuklein asidlerin monomer birimlerine nukleotidler (veya mononuk-leotidler) denir ve bu nedenle bir nukleotid zinciri veya nuklein asid molekülüne bazen polinukleotid de denir. Her bir nukleotid bir fosfat, bir şeker ve bir azotlu halkalı bileşik olmak üzere üç alt birimden oluşmuştur. Nukleotidlerde bulunan karbohidratın cinsine göre nuklein asidler iki gruba ayrılırlar.

Bu grupların birinde karbohidrat olarak D riboz bulunur, ribonuklein asidler adını alırlar. Diğer grupta bulunan şeker 2-deoksi- D-riboz’dur, deoksiribonuklein asidleri teşkil ederler.

D-Riboz (a-D-ribofüranoz) D-2-Deoksiriboz (a-D-2-deoksiribofüranoz)

(Ayrı iki yazılış şekilleri ile)

Genellikle ribonuklein asidler RNA ve deoksiribonuklein asidler DNA olarak kısaca adlandırılırlar.

Nuklein asidlerin azotlu bileşiklerine genellikle nuklein asid bazları (veya azotlu bazlar) denir, bunlar purin ve pirimidin türevleridirler. Her bir nuklein asid molekülü iki purin nukleotidi ve iki pirimidin nukleotidi olmak üzere dört tip monomer ihtiva eder. Aynı iki purin türevi, adenin ve guanin, ve aynı bir pirimidin türevi sitosin, her iki RNA ve DNA da bulunurlar. Fakat dördüncü baz RNA da urasil ve DNA da timin (5-metilurasil) dir.

Deoksiriboz ihtiva eden nukleotidler için, şekerin fosfatlanması yalnız C— 3′ ve C — 5′ de mümkündür, çünkü C— l’ ve C— 4′, füranoz halkasında hidroksil gruplarını kullanmışlardır ve C— 2′ de hidroksil grup yoktur. RNA da ise yalnız l’ ve 4′ yerleri esterleşmeye elverişli değillerdir. Riboz’un purin halkasında bağlandığı yer 9 ve pirimidin halkasında bağlandığı yer 3 dür.

3′-Adenil asid (adenozin 3′-fosfat)

Nukleotidlerin kısmen hidrolizi ile fosfat asidi ayrılır, karbohidratın azotlu bazla olan bileşiği kalır ki bunlara nukleozidler denir. Bunların da hidrolizinden şeker ve azotlu bazlar ayrılır. Bir nukleozid (adenozin) ve bir nukleotid (3′-adenil asid) formülü yukarıda verilmiştir.

Bir nuklotidin fosfat grubunun, diğer nukleotidin hidroksil grubu ile, ikinci kez esterleşmesiyle nukleotidler birbirine bağlanır. Bu bağlanmaların tekrarlanması ile meydana gelen makromolekül temel olarak pentoz ve fosfat birimleri zinciridir, purin ve pirimidin bazları çıkıntı teşkil etmişlerdir.

Polinukleotid zinciri boyunca birimlerin mümkün dizilişi üzerinde bir sınırlama bilinmemektedir. Nukleotid bileşimi bilinen bir tek nuklein asid molekülü, nukleotid sırasına göre mümkün, hemen hemen sınırsız izomer şekillerden herhangi biri olabilir.

Helis şeridinin üzerindeki yuvarlaklar deoksiriboz’u, P ‘ler de fosfat esterini göstermektedirler. Bazlar ise düzlem yapıdadırlar, DNA da bazların düzlemleri birbirine paralel ve çift helisin eksenine dikeydirler (zincirler arasındaki kalın çizgiler), iki zincir birbirine, birbirine karşı bulunan bazların amino ve hidroksil grupları arasındaki hidrojen bağlarıyla (kırık çizgiler) tutulmuşlardır. Karşı karşıya gelen adenin ile timin arasındaki hidrojen bağları Şekil-4 de gösterilmiştir.

Şekil 4. DNA ‘da Adenin ve Timin Arasındaki hidrojen Bağları

3.3.4.  KROMOPROTEİDLER

Kromoproteidler proteinlerin, boyar madde karakterindeki düşük moleküllü prostetik grupla olan bilezikleridir; çokluk, fakat her zaman değil, bir metal (Fe, Mg) ihtiva ederler. En önemlilerinde boyar madde bileşeni porfirin bileşiği (hem, klorofil) dir, fakat karotinoidler de prostetik grup olabilirler. Protein kısmı çokluk bir globindir. Porfirinil proteidlerin en önemlileri hemoproteidlerdir. Hemoproteidlere, oksijen taşınmasında rol oynayan hemoglobin, kas boyar maddesi miyoglobin, elektron nakil vasıtaları sitokromlar, katalazvc peroksidaz gibi birçok enzimler dahildir. Her birinde renksiz protein, bir demir porfirin bileşiğine bağlanmıştır.

Hemoglobin omurgalı hayvanların kan boyar maddesidir. Protein bileşeni bir histon olan globin, boyar madde bileşeni ise hem’dir. Hem, demir (II) iyonunun porfirin ile yaptığı bir komplekstir. Porfirinler porfin çekirdeğini taşırlar. Porfin 4 pirol halkasının 4 metin, —CH = , grubu ile bağlanmasından teşekkül etmiştir.

Bu halka sisteminin her pirol halkasında ikişer hidrojen kalmıştır ki, bu şekilde porfin halkasındaki 8 hidrojen yerine organik grupların gelmesiyle değişik porfirinler meydana gelir. İnsan organizmasında teşekkül eden en önemli porfirin hemoglobin porfirini protoporj’irindir. Porfin doğada bulunmaz, sentezle elde edilmiştir. Hem, Fe++ ihtiva eden protoporfirindir. Bundaki organik gruplar metil, —CH3 , vinil, - CH = CH2 , ve pro-pion asid kalıntısı, — CH2CH2COOH, dır.

Hem (Demir (II) ‘li Protoporfirin)

Fe (III) ihtiva eden protoporfirine hemin denir. Hem hava oksijeni ile yükseltgenirse hemin teşekkül eder. Heminde demir (III)’ün üçüncü pozitif yükü alkali ortamda OH? iyonu ile, ve HCl ‘li asidik ortamda Cl? iyonu ile nötrleşmiştir. Hemin’in sentezi H. FlSCHER tarafından yapılmıştır.

Porfirinin metal bileşikleri tuz değillerdir. Metal iki pirol halkasının dissosiye olabilen hidrojen atomlarının yerine geçmiş ve aynı zamanda koordinasyon bağları ile öteki iki pirol halkasının tersier azot atomlarına bağlanmıştır. Rezonans bulunduğundan bu bağlar ayırt edilemez. Demir, pirol halkalarının dört azotuna bir düzlem üzerinde bağlıdır.

Hemoglobinde yüzde 4 hem ile % 96 globin vardır. Hemoglobin, solunumla alınan havanın oksijeni ile akciğerde birleşerek oksihemoglobin haline geçer ki, burada da demir gene iki değerliklidir. Organizma dışında, oksitleyici maddelerle hemoglobin çabucak methemoglobin’e dönüşür. Burada demir 3 değerliklidir, hidroliz ile globin ve hematin ayrılır. Methemoglobin kahve renklidir, 6 ‘ncı koordinasyon yerinde bir anyon, OH?, bulunduğundan bu artık oksijen bağlayamaz.

Oksihemoglobin Methemoglobin hidroksid Hemin

(Porfirin halkası kısaca 4 N ile gösterilmiştir)

Hem ve heminde porfirin halkasının ortasında bulunan Fe ‘nin 6 koordinasyon sayısından 4 ‘ü işgal edilmiştir. Hemoglobinde beşinci ve altıncı koordinasyon sayıları globin proteini ile su molekülü tarafından işgal edilmişlerdir, Oksihemoglobinde bu su molekülü yerine O2 geçer, methemoglobinde ise OH? geçer. Hemin’in siyanür asidi, piridin ve nikotin gibi azotlu bazlarla yaptığı bileşiklere hemokromojen denir. He-mokromojende Fe atomunun 6 koordinasyon sayısı da N atomları tarafından işgal edilmiştir.

Hemoglobin ve bütün porfirinler endojen maddelerdir. Değişik besinlerle alınan hemoglobin ve miyoglobip (adalenin kırmızı renkli maddesidir, hemoglobin gibi protoporfirin ihtiva ederse de protein kısmı globin değil başka bir proteindir) in protein kısmı sindirim enzimleri tarafından parçalanır ve husule gelen amino asidler rezorbe olurlar. Hem kısmı ise emilmez. Besinlerde bulunan hemoglobinin hem kısmından faydalanılamıyor demektir. Katalaz ve perokaidaz enzimleri de Fe (III) protoporfirin kompleksini ihtiva eden proteinlerdir.

3.3.5.   LİPOP  TODEİDLER

Proteinlerin lipidlerle teşkil ettikleri bileşiklerdir. Yumurta sarısında bulunanlardan yukarıda bahsetmiştik. Plazmadaki proteinlerin de lipidlere bağlı oldukları tespit edilmiştir.

 PROTEİNLERİN ÖZELLİKLERİ,ÇÖZELTİLERİNİN DURUMU

Proteinler büyük moleküllü maddeler olduklarından polimerlerin genel özeliklerini, ve ayrıca da amino asidlerden oluşmuş olduklarına göre, kendilerine özgü özelikler gösterirler. Proteinlerin çoğu amorfturlar.

Kimyasal olarak homojen proteinler az bulunur, kristal halindeki proteinler bile kristaller içerisinde tıkalı kolioidal safsızlıkları içine alırlar. Proteinlerin çoğu hiç bir çözücüde çözünmezler. Çözüngen olanları kolioidal çözelti verirler, buradan sodyum klorür veya magnezyum sülfat gibi tuzlarla pıhtılaştırılabilirler. Bu şekildeki çökelme genellikle kimyasal ve fiziksel özeliklere dokunmaz ve tersinirdir, yani çökelti su ile karıştırılmakla yeniden sol halinde dağıtılabilir.

Proteinler destillenemezler veya eritilemezler, yüksek sıcaklığa ısıtıldıklarında bozunurlar. Çözeltileri optikçe aktiftirler. Protein molekülünü teşkil eden İplikler bir ağ veya keçe tarzında dizilmişlerse, su ile karıştırıldıklarında, su molekülleri ağlar tarafından tutulup hareket edemediklerinden böyle proteinlerin çözeltilerinin konsantrasyonu biraz artırılırsa katı bir pelte (jel) meydana gelir.

Proteini teşkil eden iplikler az çok yumak tarzında sarılmış olurlarsa böyle proteinlerin çözeltileri akıcıdırlar. Kolloidal tanecikler ağ teşkil edip su moleküllerinin hareketine engel olamadıklarından çözelti jel haline geçemez. Serumalbumin, ovalbumin hep bu cins proteinlerdir. Bunların yüzde 10’luk çözeltileri bile pıhtılaşmazlar, kolay akarlar. Halbuki molekülleri keçe tarzında olan jelatinin % l’lik çözeltileri akıcı, yüzde 3’lük çözeltileri ise sıcakta sıvı iken oda sıcaklığına soğutulduklarında katılaşırlar, pelte haline geçerler. Puding ve krema pelteleri bu suretle yapılırlar.

Proteinler de amino asidler gibi amfoter özelik gösterirler. Proteinlerde amino asidlerin a-amino ve a-karboksil grupları peptid bağlarına katılmış olduklarından, amfoter özellikleri, lisin’in ?-amino grubu, argininin guanido grubu, glutamin asidin g-karboksil grubu ve sisteinin sulfidril grubu v.b. gibi amino asidler yan zincirlerinin iyonlaşan amino ve karboksil gruplarına tabidir. Asid ve bazlarla tuz oluştururlar.

3.5. PROTEİNLERİN  ÖZEL  REAKSİYONLARI

Proteinler bir takım çökelme ve renk reaksiyonları verirler ki bunlar çözünmüş proteinlerin kalitatif belirlenmesine yararlar.

3.5.1. RENK  REAKSİYONLARI

Proteinlerin renk reaksiyonları belirli amino asid moleküllerinin varlığına dayanır, her vakît spesifik değildir.

3.5.1.1.  RENK  REAKSİYONU

Bir kuvvetli alkali protein çözeltisi 12 damla seyreltik (% 2) bakır sülfat çözeltisi ile karıştırılırsa kırmızı menekşe renk oluşur.. Bütün proteinler bu reaksiyonu verirler. Oluşan renk bakırın, protein moleküllerindeki 4 N ile koordine olmuş bir kompleksinden ileri gelir.

3.5.1.2.   NİNHİDRİN  REAKSİYONU

Proteinler ninhidrin çözeltisi ile ısıtılırsa mavi menekşe renk oluşur (2,6).

Aşağıdaki renk reaksiyonları tirosin, triptofan, histidin, arginin gibi Özel amino asidlerden ileri gelir.

3.5.1.3.  KSANTOPROTEİN  REAKSİYONU

Proteinler derişik nitrat asidi ile şiddetli sarı renk verirler, amonyak katmakla renk turuncuya dönüşür. Bu renk tirosin ve triptofanın benzen halkasının nitrolanmasından oluşur. Nitrat asidinin ellere bulaşmasıyla oluşan sarı renkler bu reaksiyondan ileri gelir.

3.5.1.4.   MILLON  REAKSİYONU

MlLLON reaktifi, civa (II) nitratın, biraz nitrit içinde bulunduran, derişik nitrat asidindeki çözeltisidir Bununla ısıtılan proteinler kan kırmızı renk verirler. Bu reaksiyon tirosinden ileri gelir.

3.5.1.5.   TRİPTOFAN  REAKSİYONU 

Bileşiminde triptofan bulunan proteinler derişik sülfat veya klorür asidi ile bîr aldehid beraberinde ısıtılırsa menekşe veya mavi renk oluşur. Kullanılan aldehidin cinsine göre reaksiyon değişik isimler alır. ACREE-ROSENHEIM reaksiyonunda formalin, HOPKINS-KOLE reaksiyonunda glioksil asid, EHRLICH reaksiyonunda p-dimetil amino benzaldehid kullanılır.

3.5.1.6.  SAKAGUCHI  REAKSİYONU
Protein çözeltisi alkali a-naftol çözeltisi ve sodyum hipoklorür çözeltisi ile karıştırılırsa argininin guanido grubu kırmızı renkten anlaşılır.

3.5.1.7.   DİASETİL  REAKSİYONU 

Bu ı!a ar çinin için karakteristik b:r reaksiyonudur. Seyreltik bir protein çözeltisi %10’luk KOH çözeltisi ile karıştırılır ve üzerine 1 damla %1’lik diasetil çözeltisinden katılırsa, yeşil fluoresanslı koyu pembe renk oluşur.

3.5.1.8.     PAULY  REAKSİYONU

Soda alkalili protein çözeltisi, yeni hazırlanmış diazobenzensülfon asid ile karıştırılırsa, kiraz kırmızısı renk tirosin ve histidinden ileri gelir.

3.5.1.9.   KURŞUN SÜLFÜR REAKSİYONU 

Kükürtlü amino asidler, proteinin alkali çözeltisi kurşun asetat çözeltisi ile kaynatılmakla kurcun sülfürden ibaret siyah çökelti veya esmer renk verirler

3.5.2.     ÇÖKELME  REAKSİYONLARI 

Proteinler birçok yoldan çöktürülebilirler.

3.5.2.1           ISITMAKLA  
Çözünen proteinler genellikle ısıtmakla pıhtılaşırlar. Yumurtanın pişirilmesi, ısıtmakla protein çöktürülmesine ait herkesin bildiği bir örnektir, idrarda protein aranması da ısıtmakla yapılır. Isıtmakla sterilizasyon olayında bakteri hücrelerinin proteini çöktürülür. Proteinler ısıtmakla pıhtılaşmak için izoelektrik noktada en iyi şarta maliktirler ve böyle elde edilen çökelek nötrdür, proteinin saf hali gibi bakılabilir.

3.5.2.2.     AĞIR METAL TUZLARI İLE 

Proteinler gümüş, bakır, kurşun, civa, demir ve uranyum tuzları gibi ağır metal tuzları ile çözeltilerinden çökeltilirler. Bu yüzden bu tuzlarla zehirlenenlere antidot (panzehir) olarak süt veya yumurta akı içîrilir. Zehirle reaksiyon veren herhangi bir antidotta olduğu gibi kimyasal birleşme ürünü lavajla giderilmelidir. Eğer çökelti giderilmezse sindirim metal iyonlarını serbest kılabilir ve yeniden zehirlenme devam edebilir. Gümüş tuzlan, protein çöktürdüğünden, cilt yakmada kullanılır. Kolloidal gümüş preparatları gümüş-protein bileşikleridirler. Bunlar yavaş yavaş gümüş serbest kılarak antiseptik etki gösterirler. Pratik olarak bütün protein çöktürücüleri iyi antiseptik ve germisid (mikrop öldürücü) dirler

3.5.2.3.  ANORGANİK ASİT VE ALKOLİLERDE  

Proteinler sülfat, klorür, nitrat asidleri gibi kuvvetli derişik asidlerle çökeltilİrler, ve asidin fazlasile ye niden çözünürler. İdrarda albumin için yapılan HELLER halka denemesi proteinin nitrat asidi ile çöktürülmesine dayanır. Proteinler kuvvetli alkalilerle de çökeltilirler. Yün bir protein olduğundan yünlü kumaşlar asid ve alkalilerle tahrip olurlar.

3.5.2.4.  ALKOLOİD  REAKTİFLERİLE VE ORGANİK    ASİTLERLE

Asidli ortamda alkaloid reaktifleri, başlıca fosfotungstat asidi, fosfomolibdat asidi, tanen, pikrin asid, potasyum ve civa iyodürleri, iyotlu potasyum iyodür, ferrosiyanür asidi proteinleri çökeltirler. Yanıklara tanen veya pikrin asidin sürülmesi bunların yüzey proteinlerini çöktürerek bir kabuk teşkil etmeleri ve bu şekilde yanığa havanın girmesi önlenerek acının azalması ve su kaybının önlenmesi r de n ileri gelir. Derilerin farenle ninesinde de deri proteinleri çöktürülür ve bu şekilce deri sertleşir ve bakteri etkisinden kurtulur. Kanı kimyasal testlere tabi tutmak için proteinler fosfotungstat asidi veya triklor aset asid ile çöktürülür.

3.5.2.   TUZLARLA

Bir protein çözeltisine, amonyum sülfat, sodyum sülfat, magnezyum sülfat veya sodyum klorür gibi bazı tuzlardan veya bunların derişik çözeltilerinden ilâve etmekle bazı proteinler bir değişikliğe uğramadan çökeltilirler. Bu şekilde çöktürülmüş proteinleri tekrar çözündürmek mümkündür Proteinleri incelemeye tâbi tutmak için genellikle bu şekilde çöktürme yapılır. Başta şekil çöktürülmede proteinlerin çoğu derin değişikliğe uğrayarak doğal özeliklerini kaybederler. Bunlara denatüre olmuş proteinler denir.

3.5.2.6.               ALKOLLE          

Alkol prolaminlerden gayrı proteinleri pıhtılaştırır. Deriyi dezenfekte etmek için % 70 lik alkol kullanılır. Bakterileri tahrip etmede % 95 lik alkol etkisizdir, çünkü yüzeyi pıhtılaştırarak organizmaları tahrip etmek için yeter derecede içeriye girmez.

3.5.3.                   DENATÜRASYON              
Bir protein molekülünün, primer strüktürü korunmakla birlikte, doğal yapısındaki tersier ve kuaterner strüktürünün bozulması denatürasyon olarak tanımlanır. Bu, hidrojen köprülerinin ve disülfür bağlarının çözülmesi ile olur. Bu olayla genellikle optik Özeliklerde değişiklik ve biyolojik aktîvite kaybı meydana gelir. Keza hidratasyon, çözünürlük ve kristallenme yetenekleri de denatürasyonda etkilenirler.

Proteinin çökelmesi denatürasyon için bir kriter değildir, çünkü bu, tuzlar ve organik çözgenler katmak suretiyle, tersier strüktürü koruyarak yapılabilir. Denatürasyon etkisi gösteren fiziksel yöntemler kuvvetli çalkalama ve ısıtma, UV-ışık, röntgen ve radyoaktif ışınlardır. Kimyasal denatürasyon her şeyden önce hidrojen bağlarını çözen üre ve guanidin gibi maddelerle olur Ayrıca da baz ve asid, organik çözgenler, ağır metal tuzları, belirli deterjanlar ve kompleksleme araçları denatürasyon yapabilir.

Her proteinin etki eden maddelere karşı duyarlığı çözeltinin pH değerine ve reaktifin konsantrasyonuna göre değişir. Diğer denatürasyon metodları disülfür gruplarının oksidatif veya redüktif parçalanması, tiol gruplarının sulfon asid gruplarına oksidasyonu, ve fonksionel grupların substitusyonu gibi proteinin kimyasal modifikasyonunu içine alır. Protein çözeltilerinin normal yoldan suyunun giderilmesi ile meydana gelen denatürasyon, liyofilizasyon (dondurarak kurutma) ile önlenebilir. Kristal halindeki proteinler denatürasyona karşı duyarsızdırlar.

3.6.                PROTEİNLERİN  HİDRODEZİ          

  Prostetik grubu ayrılmış proteinlerin hidrolizi sırasında oluşan ürünler hidrolizleme aracının özelliğine ve etki süresine bağlı ise de, her halde son ürünler hep amino asidlerdir. Bunlardan önce teşekkül eden maddeler albümoz veya proteozlar, peptonlar ve peptidlerdir. Proteinler basınç altında su ile ısıtılır, veya çok az asidlendirilmiş su ile kaynatılırsa proteozlar teşekkül eder ki bunlar gere proteinlerin kolloioal özeliklerini az çok gösteren kompleks fakat proteinlerinkinden daha küçük moleküllü, suda çözünen, MILLON ve biüre reaksiyonları gibi proteinlerin reaksiyonlarını veren, fakat ısıtmakla pıhtılaşmayan maddelerdir. Hafif asidli ortamda amonyum sülfat ve çinko sülfat katmakla çökerler.

 Bu albümozlar seyreltik asidlerle kaynatılmakla daha küçük moleküllü peptonlara bölünürler. Peptonlar proteinlerin temel reaksiyonlarını verirlerse de artık sulu çözeltilerinden ne ısıtmakla ve ne de amonyum sülfat katmakla çöktürülemezler. Bu bölünmeler desinormal HC1 beraberinde mide pepsini veya tripsini ile yapılabilir. Midede proteinler bu şekilde albümoz ve peptonlara bölünürler.

Piyasada bulunan peptonlarla kimyacının kimyasal anlamda anladığı peptonlar farklıdırlar. Piyasada bulunup bakteriyolojide kullanılan pepton müstahzarları albümoz, pepton, peptid ve amino asidler karışımından oluşurlar.

Bununla birlikte albümoz ile peptonlar arasındaki ayrılığı bırakmak daha doğru olacaktır, çünkü molekül tartısı bakımından bunun hiç bir anlamı yoktur. Tuzla çökme molekülün büyüklüğüne değil özelliğine bağlıdır Nitekim, 3-4 amino asidden oluşmuş peptidlerde bu amino asidlerden biri tirosin veya sistin ise amonyum sülfat ve hatta sodyum klorürle bile çökelme olur. Bütün bu maddelerin molekül tartman bilinmemektedir.

Proteinler derişik HC1 veya % 25 H2SO4 çözeltileri ile uzun zaman ısıtılırlarsa tam olarak amino asidlere tadar hidrolizlerdirler. Proteinler insan vücudunda yaklaşık 37° de pankreas tripsini ve. Bağırsak erepsini gibi özel enzimler ile birlikte gene tam olarak amino asidlere hidrolizlenirler. Böyle, hidrolizden sonra oluşan yapı birimleriyle insan vücudu ve hayvan vücudu kendi özel proteinlerini yapabilir.

  Kuvvetli asidlerin proteinleri, peptidler ve polipeptidler gibi  daha küçük birimlere hidroliz etmesinden gıda  sanayiinde, faydalanılır, protein hidrolizatları yapılır. Bunun  için değişik bitki kaynaklarından proteinler, kuvvetli klorür asidi ile hidroliz edilmekte ve ürün sonra alkali ile nötrleştirilmekte ve yoğunlaştırılarak protein hidrolizatları olarak satılmaktadır. Bunlar geniş ölçüde çorba karışımları ve benzer gıda preparatlarında kullanılmaktadır.

         İNSANLARDA ÜREME BÜYÜME VE GELİŞME     

6. Sınıf:Fen ve Teknoloji Canlılarda Üreme, Büyüme ve Gelişme Konu Anlatım

 


Hücre
Bilinen en küçük hücre, bakteridir. En büyük hücreye deve kuşu yumurtasının sarısı, en uzun hücreye de yaklaşık 1 m uzunluğunda olan sinir hücreleri örnek olarak verilebilir. Bazı ilkel hücrelerde ise çekirdek yoktur, kalıtsal özellikleri taşıyan yapıların sitoplazmada dağınık olarak bu ilkel canlılarda bulunur. Hücre organellerinden mitokondri, kloroplast ve kofulun sadece görevlerini bilmeniz yeterlidir.

Ek Bilgi :

Hücreler gelişmişlik düzeyine göre ikiye ayrılır: 1-Prokaryot Hücreler: Bu hücrelerin zarlı organelleri ve belirgin bir zarla çevrili çekirdeği yoktur. Yalnızca hücre zarı, sitoplazma ve zarsız organel olan ribozom taşırlar. Kalıtım maddeleri (DNA) sitoplazmada bulunur. Örneğin bakteri, mavi- yeşil alg prokaryot hücrelidir.2- Ökaryot Hücreler: Bu tip hücrelerin zarla çevrili çekirdeği, zarla çevrili organelleri, hücre zarı ve sitoplazması vardır. Örneğin protistler, mantarlar, hayvanlar, bitkiler ökaryot hücrelidir. Ökaryot bir hücre dıştan içe doğru üç kısımdan oluşur:I- Hücre zarı II- Sitoplazma III- Çekirdek
.

İNSANLARDA ÜREME BÜYÜME VE GELİŞMEK

kavram1: büyüme nedir?Canlıda hücre sayısının ve boyutlarının artmasıdır.hayvanlarda sınırlı bitkilerde ise meristem doku sayesinde sınırsızdır.
Kavram2:gelişme nedir?Büyüme ile bazı yeteneklerin kazanılmasıdır.Örn: tohumun çimlenmesi büyüme,bitkinin fotosentez yeteneği kazanması gelişmedir.
Kavram3:üreme nedir?Canlıların kendilerine benzer fertler oluşturmasıdır.
Üremenin amacı: Neslin devamını sağlar Kalıtsal özelliklerin yavrulara aktarılmasını sağlar.Uyarı: üreme canlının yaşamasını sürdürmek için gerekli değildir.

 

Çiçekli bir bitkide üreme

Çiçek. Yüksek yapılı bitkilerin üreme organıdır. Çiçeğin yapısında; çanak yapraklar, taç yapraklar, erkek organ ve dişi organ bulunur.Çanak yaprak, taç yaprak, erkek organ ve dişi organın hepsini taşıyan çiçeğe, tam çiçek denir. Çiçekli bitlilerin bir bölümünde erkek organ ve dişi organdan biri bulunmaz. Eğer erkek organ yoksa bu çiçeğe, dişi çiçek denir. Çiçekte yalnız erkek organ bulunursa, bu çiçeğe erkek çiçek denir. Çiçekte bulunan çiçek sapı, çiçeği bitkinin dalına bağlar. Çiçek sapının ucunda ise çiçek tablası bulunur.

• Tam Çiçek: Bir çiçekte yukarıda saydığımız kısımların hepsi varsa buna tam çiçek denir. • Eksik Çiçek: Erkek ya da dişi organdan yalnızca birini bulunduran çiçektir.• Erselik Çiçek: Erkek ve dişi organların ikisini birden bulunduran çiçektir.

Döllenme çeşitleri

A-DIŞ DÖLLENME:
Yumurta ve spermin birleşmesi vücut dışında gerçekleşir.
Sadece suda yaşayan canlılarda görülür(balık,kurbağa ve semender..)
Döllenme şansını artırmak için çok sayıda yumurta ve sperm oluşturulur.
Yavru bakımı yoktur
Çiftleşme organı yoktur

B- İÇ DÖLLENME:
Yumurta ve spermin birleşmesi dişinin vücudunda olur

 

Karada yaşayan canlılarda ve suda yaşayan bazı canlılarda görülür.(balina ,yunus,köpek balığı,fok..)
Yavru bakımı görülür(kuş memeli)
Oluşan yumurta sayısı az sperm fazladır
Döllenmeden sonra zigot,embriyo ve canlı oluşur.
                           Döllenme                  farklılaşma                  gelişme
Yumurta+sperm ------------->zigot ------------->embriyo ------------->canlı

 


Gelişme çeşitleri:
A-dış gelişme:

Yavru anne vücudu dışında gelişir
Çiftleşmeden sonra anne yumurtalarını bırakır(balık,böcek kurbağa)
Kuş ve sürüngenlerin bazılarında kuluçkaya yatan anne yumurtaları uygun sıcaklıkta tutar
Kuş yumurtalarında bulunan kabuk kurbağa ve balık yumurtasında yoktur.
B-iç gelişme:
Yavru anne vücudunda gelişir
Yavrunun gelişimi için gerekli besin anne tarafından sağlanır
Oluşan artıklar anne vücudu ile dışarı atılır

UYARI: Yavru bakımı : memeli ve kuşlarda görülür.sürüngen balık ve kurbağalarda görülmez.

 

Canlı türü

içdöllenme

Dış döllenme

İç gelişim

Dış gelişim

Böcekler

+

_

_

+

Balık

_

+

_

+

Kurbağa

_

+

_

+

sürüngen

+

_

_

+

kuş

+

_

_

+

memeli

+

_

+

_


+: var _: yok
 

Çevremizde gördüğümüz birçok hayvan tıpkı bizim gibi nesillerini uzun süre devem ettirirler. Canlı türünün neslini sürdürmesi üreme ile olur. Canlı bireylerin doğma, büyüme, gelişme üreme ve ölmesine yaşam döngüsü denir.

 

BAŞKALAŞIM: böcek kurbağa gibi bazı canlılarda yumurtadan çıktıktan sonra, gelişim dönemlerinde değişikliğe uğrayarak atalarına benzer hale gelmedir.
 

 

.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Kelebeklerde gelişme ve büyüme:
Erkek ve dişi hayvanların çiftleşmesiyle döllenme olur.(iç döllenme)
Dişi yumurtaları oluşturur
Yumurtadan kurtçuklar çıkar
Kutçuklar tırtılı ,tırtılda gelişerek kelebeği oluşturur.

Kurbağalarda büyüme ve gelişme:


Yumurta ile çoğalırlar
Yumurta ve spermler su da birleşir.yani dış döllenme görülür.
Yavru gelişimi dış ortamdadır.(dış gelişme)
Yumurtadan iri baş denilen larvalar çıkar
Bu canlılar gelişerek ergin kurbağayı oluşturur.

 

Larva kurbağa

Ergin kurbağa

Suda yaşar

Karada yaşar

Solungaç solunumu yapar

Akciğer ve deri solunumu

Göz suda görür

Göz karada görür

Kuyruk var

Kuyruk yok

                 başkalaşım
Döllenmiş ------------->iribaş  -----------> ergin
yumurta                                                       kurbağa


Omurgalı Hayvanların Üremesi
Omurgalı hayvanların tümü, insanlarda olduğu gibi eşeyli ürerler. Bütün omurgalılarda erkek ve dişi bireyler vardır.

Memeli Hayvanlar: Yumurta dişi bireyin üreme sistemi içinde döllenir. Buna iç döllenme denir. Embriyo burada oluşur ve yavru ilk etapta burada gelişir. Yavrular ilk günlerde dişi hayvanın meme bezlerinden salgılanan süt ile beslenir. Memelilerde analık duygusu çok gelişmiştir. Çünkü yavru sayısı çok değil ve yavrular bakıma muhtaçtır.

Kuşlar: Memeli hayvanlar gibi yumurta hücresi dişi üreme organında döllenir. Embriyo burada oluşur. Ancak, çevresi besin ve sert bir kabukla sarılan embriyo daha sonra dışarı çıkarılır. Kuşlar yumurtanın üzerine yatarak sıcak tutarlar. Bu olaya kuluçkaya yatma denir. Yavru gelişip, ana babasına benzer bir duruma geldiğinde kabuğu kırarak dışarı çıkar.
Nesillerini sürdürebilmek için kuşlar da yavrularını beslemek, korumak zorundadır.

Sürüngenler: Zigot, iç döllenme ile oluşur. Onlar da kuşlar gibi yumurtlar, ancak genellikle yavruları ile ilgilenmezler. Birçok sürüngen çok sayıda yumurta yapar. Yumurtalarını sıcak ve güvenli yerlere bırakır, kuluçkaya yatmaz. Yumurta içindeki besinler sayesinde gelişen embriyodan, anne babasının benzeri yavru çıkar. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra kendi başlarının çaresine bakmak zorundadır.

İki Yaşayışlılar: Kurbağa ve su semenderleri iki yaşayışlılar (amfibiler) grubuna girerler. Onlara bu ismin verilmesinin sebebi, yaşamlarının bir bölümünü su içinde, bir bölümünü de karada geçirmeleridir. Suda solungaç, karada akciğer solunumu yaparlar.
Bu hayvanlar da yumurtlayarak çoğalır. Ancak, iki yaşayışlılarda yumurta ve sperm dişi hayvanın vücudunda değil, dışarıda buluşur. Bu olaya dış döllenme denir. Dişi hayvan yumurtalarını su içine bırakır, tam bu sırada dişinin üzerine tırmanmış olan erkek de yumurtalarını suya salar ve döllenme gerçekleşir.
Anne babanın görevi buraya kadardır. Bir daha yavrularıyla ilgilenmezler. Yumurtadan çıkan yavrular ise ilk etapta anne babaya hiç benzemezler. Daha sonra başkalaşım geçirerek yetişkin hale gelirler.

Balıklar: Döllenme iki yaşayışlılarda olduğu gibi dış döllenmedir. Onlar da yavrularıyla ilgilenmezler. Yumurtadan çıkan yavrular, anne babasına benzer. İki yaşayışlılarda olduğu gibi çok miktarda yumurta yapılır. Yumurtadan çıkıp, sağ kalarak ergin hale gelenler ise oldukça azdır.
Balıklarda da bazı aykırı türler vardır. Örneğin; kedi balıklarında yumurtalar dişi balığın içinde olgunlaşır. Engerek yılanı gibi onlar da doğum yapıyormuş sanılabilir.

Omurgasız Hayvanların Üremesi
Omurgasız hayvanlar da genellikle eşeyli ürerler ve yumurta oluştururlar. Hayvanın türüne göre iç döllenme veya dış döllenme yapabilirler. Birçoğunda erkek ve dişi hayvan farklı bireylerdir. Bazı omurgasızlarda ise cinsiyet ayırımı görülmez. Hem sperm hem yumurta üretebilirler. Genellikle yumurta ile ürer, çok sayıda yavru yapar, yavrularıyla ilgilenmezler. Ancak karınca, bal arısı gibi koloni halinde yaşayan böceklerde larvalar ergin hayvanlar tarafından beslenir.


 

Yukarıdaki bölüm Refik Bayran tarafından hazırlanmıştır.

 

 

CANLININ ÖZELLİKLERİ VE GELECEĞİNDEN SORUMLU YAPI: Canlının ortak özelliklerinden biri de çoğalmadır. Canlılar nesillerini sürdürebilmek için çoğalırlar. Çoğalma olayına, üreme de denir. Üreme, canlıların kendilerine benzer yeni bir canlı oluşturmasıdır.
Çoğalma (üreme) olayının temel amacı türün sürmesini sağlamaktır.
 

CANLILARIN KENDİLERİNE BENZER CANLILAR OLUŞTURMASI:
Eşeyli üreme: Eşeyli üreme, üreme hücreleri olan dişi ve erkek gametlerin birleşmesiyle olur. Bu üremede erkeklerdeki sperm hücresi, dişilerdeki yumurta hücresini döller. Döllenmiş yumurta hücresi (zigot) gelişmesini tamamlayarak yeni bir birey oluşturur. İki değişik gametin birleşmesiyle olan bu üremeye, eşeyli üreme denir.
Çiçekli bitkilerin hepsinde eşeyli üreme görülür. Kara ve suda yaşayan hayvanların çoğu eşeyli olarak ürer.
Eşeyli üremede sperm ve yumurta hücreleri “n” sayılarda birleşerek “2n” sayıda kromozom taşıyan zigot oluşur. Zigot gelişerek embriyoyu oluşturur. Embriyo da gelişmesini tamamlayarak yavru canlıyı oluşturur.
Eşeyli üreme ile değişik gen kombinasyonlarındaki gametler birleştiği için canlılarda çeşitliliğin oluşması sağlanır. Eşeyli üreyen canlılar, ortam koşullarındaki değişmelere çok çabuk uyum sağlar. Canlının uyum özelliği artar.

Şekil: Yumurta ve sperm hücresi ile döllenme olayı.

 

Zigottan embriyoya, yavruya, ergine doğru gelişme


-Embriyonun geliştiği ortam, bu ortamda embriyo için oluşan plasenta:Zigotun embriyoyu oluşturması döl yatağında olur. Zigot, embriyoyu oluşturmak için mitoz bölünmeler geçirir. Zigot, mitoz bölünmeyle önce iki hücreli, daha sonra dört hücreli, sekiz hücreli olacak biçimde katlanarak hücre sayısını arttırır. Oluşan hücre yığını küreye benzer bir biçim alır. Daha sonra hücreler kenara çekilerek içi boş topu andıran bir şekil alır. İlerleyen evrelerde bazı bölgelerdeki hücreler içe çökmeye başlar. Bunun sonunda hücre tabakaları oluşur. Bu tabakalar, dış deri, iç deri ve orta deri olarak bilinir. Gelişmenin ileri evrelerine doğru bütün dokular bu tabakalardan oluşur.


Gebeliğin ilk haftalarında embriyonun çevresinde koruyucu zardan döl yatağına doğru uzantılar oluşur. Bu uzantıların içinde kılcal damarlar bulunur. Bu uzantılar ile bu bölgedeki uterus duvarının dokularına, plasenta denir. Plasenta ve embriyo göbek bağı ile birbirine bağlıdır.
Zigotun arka arkaya bölünmeler geçirmesiyle oluşan embriyo, anne karnında plasentadan gelişmesini tamamlar. Embriyonun beslenmesi ve gelişmesi için plasenta oldukça elverişli bir yapıdır.
Embriyonun besin alış verişi plasentadan sağlanır. Plasenta, yavru doğana kadar anneden besin ve oksijen taşımakla görevlidir.
-İnsanda yavru olana kadar embriyo nasıl korunur, beslenir, solunum yapar, büyür ve gelişir?: Embriyonun gelişmesi sırasında gerekli olan bütün maddeleri plasenta aracılığı ile anneden alır. Artık maddeleri de plasenta yoluyla anneye verir. Anne karnında gelişmesini tamamlayan yavru doğum yoluyla dünyaya gelir.
Embriyonun anne karnında sağlıklı gelişmesi için dikkat edilmesi gereken hususlar şu şekildedir:
-Öncelikle anne kendi sağlığına dikkat etmelidir.
-Anne dengeli ve düzenli beslenmelidir.
-Annenin aldığı alkol ve uyuşturucular da embriyonun gelişmesini olumsuz yönden etkiler. Alkol ve uyuşturucu kullanan gebe annelerin bebeklerinde bedensel gerilik ve zeka gelişiminde anormallik görülür.
-Anne, gebeliği süresince kesinlikle röntgen çektirmemelidir. Röntgen ışınları embriyonun gelişmesini olumsuz etkileyerek sakat doğumlara neden olur. Özellikle de gebeliğin ilk aylarında çekilen röntgenin embriyoya olan olumsuz etkisi oldukça fazladır.
Annenin sigara içmesi anne karnındaki embriyoyu olumsuz etkiler. Sigara içen anne yeterince oksijen almadığından anne karnındaki bebek de (embriyo) oksijensiz kalır. Bunun sonucunda bebeğin beyin gelişiminde gerilikler olur.
-Annenin gebelik süresinde geçirdiği ateşli hastalıklar da bebeğin gelişimini olumsuz etkiler.
-Anne gebelik süresince doktor önerisi olmadan ilaç kullanmamalıdır.

 

 BÜYÜME VE GELİŞME NELERDEN ETKİLENİR?:

 

Bütün canlılar büyür. Canlının hücre sayısının ve boyutlarının artmasına, büyüme denir. Canlının büyümesi ile birlikte yeteneklerinin artmasına ise gelişme denir.
Büyüyüp gelişen canlı erginleşerek üreme yeteneği kazanır.
-Sağlıklı büyümemiz ve gelişmemiz için neler önemlidir?:
-Yeterli ve dengeli beslenme: Vücudumuzu oluşturan doku ve organlarımızın uyum içinde büyüyüp gelişmesi gerekir. Sağılıklı gelişme olmadığı zaman vücudumuzda ruhsal ve fiziksel bozukluklar oluşur. Sağlıklı yaşama, dengeli beslenme ile olur. Dengeli beslenme değişik besin maddelerinden gerektiği kadar almakla olur.
Büyüme ve gelişmede genetik etmenlerin yanı sıra beslenme de önemlidir. Yetersiz ve dengesiz beslenenlerde gelişim bozuklukları görülür.
Kişinin günlük tükettiği enerjiden daha az enerji alacak biçimde beslenmesine, yetersiz beslenme; besinlerin tek yönlü alınmasına da dengesiz beslenme denir.
Aşırı beslenme, günlük tüketilen enerjiden daha fazla enerji alacak biçimde besin alınmasıyla ortaya çıkar ve şişmanlığa yol açar.
Yetersiz ve dengesiz beslenme gibi aşırı beslenme de sağlık sorunudur.
Bazı nedenler sindirim organının sağlığını bozabilir. Bu durumda düzenli beslenmek ve sağlıklı olmak zorlaşır.
Sindirim sisteminin sağılığını bozan nedenler:
-Yediğimiz besinlerin çok sıcak veya çok soğuk olması.
-Yemeklerin aşırı baharatlı olması.
-Çok ekşi veya çok acı yiyecekler.
-Yıkanmamış veya temizlenmemiş sebze veya meyveler.
-İçki ve sigara.
-Yanmış yağlarla hazırlanmış yiyecekler.
-Bayat ve çürümüş yiyecekler.
-Temizlik: Kişisel temizlik ve yaşanılan ortamın temizliği sağlıkla yakından ilgilidir. Temiz olmayan ortamlar birçok mikrobun kaynağıdır. Sağlığın korunması için düzenli olarak vücut temizliği yapılmalıdır. Ayrıca, yiyeceklerin de temiz olmasına dikkat edilmelidir.


Uyulması gereken kişisel temizlik kuralları şunlardır:
-Yemeklerden sonra dişler fırçalanmalıdır. Diş sağlığına gereken önem verilmelidir. Çok sıcak ve çok soğuk yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Fazla şekerli yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Dişler ile sert kabuklu yiyecekler kırılmamalıdır. Çürükler görüldüğündü diş doktoruna gidilmelidir.
-Yemek öncesi ve sonrası ve tuvaletten çıkıldığında eller sabunlu su ile yıkanmalıdır.
-Haftada en az bir defa banyo yapılmalı ve çamaşır değiştirilmelidir.
-Haftada bir kez el ve ayak tırnakları kesilmelidir.
-Temiz olmayan yiyecekler yenmemelidir. Meyve ve sebzeler yıkanmadan yenmemelidir.
-Yaşanılan ortamın temiz olmasına dikkat edilmelidir.
-Soğuktan korunmalı, içilen suyun temiz olmasına özen gösterilmeli, mikroplu sular ile oynanmamalıdır.
-Dinlenme: Uyku dinlenmenin en iyi şeklidir. Uyku sırasında tüm organlar dinlenir. Beyinin dış ortamla bağlantısı kesildiği için tam bir dinlenmeye girer. İstemli çalışan kaslar ve gözler dinlenir. Ayrıca diğer organ ve dokuların da etkinlikleri azalır. Örneğin; solunum yavaşlar, daha düzenli nefes alınır, kan basıncı düşer.
Uykuda sentez ve onarım işlemleri gerçekleştirilir. Sinir hücrelerinde protein yapımı hızlanır. Büyüme hormonu düzeyini arttırarak büyüme ve onarımı olumlu yönde etkiler. Sağlıklı ve yetişkin bir insanın günde 7-8 saat uykuya ihtiyacı vardır. Küçük çocukların daha uzun süre uyumaları gerekir. Çocukların 6-8 yaşlarında 11-12 saat, 9-10 yaşlarında 9-10 saat uyumaları gerekir.
Uyuma karanlık ve sessiz ortamda olmalıdır.
Uykunun dışında müzik dinlemek, resim yapmak, kısa yürüyüşler yapmak gibi etkinlikler de dinlenmede önemlidir.
-Spor: Spor, sağlıklı yaşamın temel kurallarında biridir. Spor yapmak kan dolaşımı ve solunumu hızlandırır. Hızlı dolaşan kan damar çeperlerinde yağ birikimine engel olur. Spor yaparken damarlarda kan dolaşımını engelleyici giysiler giyilmemeli, iskelet yapısını aşırı derecede zorlayıcı sporlardan uzak durulmalıdır.
Spor, kasları geliştirir, kalbin düzenli çalışmasını sağlar, vücudu dinlendirir.
Masa başında çalışan hareketsiz insanlarda şeker hastalığı, kalp hastalığı ve şişmanlık sık görülür. Bu nedenle spor yaparak hareketlilik sağlanmalıdır.
Spor yapan kişilerin içki ve sigaradan uzak durmaları gerekir.
Sporun beden sağlığı yanında kişilik geliştirmeye ve ruh sağlığına olumlu etkileri vardır. Spor yapan bireyler, topluca çalışmayı, yardımlaşmayı; davranışlarını ve heyecanlarını denetim altına almayı öğrenirler.
Düzgün ve sağlıklı bir vücut için duruş, oturuş biçimlerine dikkat edilmesi gerekir. Sına sandalye ve masada eğri oturmak, ayakta iken eğik durmak iskelet yapısına olumsuz etki yapar. Böyle durumlarda kamburluk ve kemiklerin yanlış biçim alması gibi iskelet bozuklukları oluşur.
-Serbest zaman etkinlikleri: Yeni ve değişik etkinlikler yaparak kendimizi, çevremizi ve ailemizi tanımamıza imkan sağlayan serbest zamanlar yaşantımızın çok önemli bir parçasıdır.
-Olumlu psikolojik etkiler: Sağlık, yalnızca hasta veya sakat olmakla değil bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik durumudur.
Beden sağlığı ruh sağlığını da etkiler. Bunlardan biri bozulduğu zaman diğeri de etkilenerek bozulur. Aile içerisindeki sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı ilişkiler kişinin ruhsal ve kişilik yönünden gelişimini etkiler. Sevgiye dayalı, tutarlı ilişkiler kişinin sorunlarını kolayca aşmasını sağlar.
Gençlik (ergenlik) döneminde anne, baba ve öğretmenlerin bu dönemin özelliklerin bilerek hoşgörü ile yaklaşmaları çocuğun olumlu yönden etkilenmesini sağlar. Çocuğu dinlemek, bazı konularda görüşünü almak, kendisi ile ilgili konularda karar vermesini sağlamak çocuğun kendine güvenini arttırır.
 


ÇOCUKLUKTAN ERGİNLİĞE DOĞRU DEĞİŞME:

 

İnsanların büyüyüp gelişmesi diğer canlılara göre değişiklik gösterir. Bu değişikliklerden biri de ergenlik dönemidir. İnsanların çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecini, ergenlik dönemi denir.
İnsanların anne karnından başlayarak ölünceye kadar geçirdiği dönemler:
1.Doğum öncesi dönem.
2.Çocukluk dönemi.
3.Gençlik (ergenlik) dönemi.
4.Yetişkinlik ve yaşlılık dönemi.
-Doğum öncesi dönem: Gebelik süresince anne karnındaki dönemdir. Bu dönem doğuma kadar sürer. Bu süre yaklaşık 40 haftadır.
-Çocukluk dönemi: 0-12 yaş arasındaki dönemdir. 0-1 yaş arasındaki bebeklik süresi de bu dönemin içindedir. Çocukluk döneminde çocuğun boyu ve kilosu artar. Çocuk yürümeye başlar, çevreyi ve çevredeki araçları tanır. Oyun oynar ve okula başlar. Çocukluk döneminde 6-12 yaşlar arası okul dönemi olarak kabul edilir.
-Gençlik (ergenlik) dönemi: Ergenlik dönemi gençlik döneminin başlangıcıdır. Kişiliğin oluşması bakımından oldukça önemlidir.
Ergenlik döneminin başlangıcı çocuğun yaşadığı iklim şartlarına göre değişir. Ergenlik dönemine sıcak ülkelerde daha erken yaşlarda girilir. Bu dönem ortalama olarak 12-21 yaşları arasındadır. Kız çocukların erginliğe girmeleri erkeklere göre 2 yıl daha önce başlar.
Ergenlik dönemindeki değişmeler çok hızlı olur. Ergen hem ruhsal hem de bedensel değişiklikler içindedir. Kız ve erkekte boy uzar, bütün organlar gelişir. Bu dönemi yaşayan gençlerde sinir gerginliği, iç sıkıntıları ve heyecan gibi sorunlar görülür.
Ergenler dönemindeki kızlarda oluşan bedensel değişiklikler şunlardır:
-Boy uzar.
-Kilo artar.
-Koltuk altı ve cinsel organlarda kıllanmalar olur.
-Göğüsler belirmeye başlar.
-Kaslar, erkeklere göre daha yavaş gelişir ve narindir.
-Derilerin erkeklerin derilerine oranla daha incedir.
-Vücut hatları belirgin durum almaya başlar.
-Yüzde sivilceler çıkabilir.
-Üreme organları gelişir.
-Yumurta oluşmaya başlar. Olgunlaşan yumurta biraz kanla birlikte dışarıya atılır. Bu dönemi, ay hali veya regl hali (adet kanaması) denir.
Ergenlik dönemindeki erkeklerde oluşan bedensel değişiklikler şunlardır:
-Boy uzar.
-Kilo artar.
-Koltuk altı ve cinsel bölgelerde kıllanmalar olur.
-Kaslar, kızların kaslarına oranla daha fazla gelişir.
-Derilerin kızların derilerine oranla daha kalındır.
-Gırtlak gelişir, ses kalınlaşır ve gırtlak kemiği önde belirgin olarak görülür.
-Yüzde sivilceler çıkabilir.
-Üreme organları gelişir.
-Spermler oluşmaya başlar.
Ayrıca ergenlik döneminde ruhsal değişmelerde olur. Kişi bu dönemlerde, düş kırıklığı ve çelişkiler yaşayabilir. Baş ağrısı, hırçınlık, bencillik gibi olumsuzluklar görülebilir. Bir süre sonra bu durum düzelir. Davranışlarda taşkınlık, içe kapanıklık gibi değişiklikler olabilir.

 

Bir soru:

Yukarıda kelebeğin yumurtadan itibaren gelişimi ile ilgili veriler yer almaktadır.
Buna göre aşağıdaki yorumlardan hangisi yapılamaz?
a) Kelebeğin başkalaşım evreleri sırasıyla yumurta, pupa ve larva dönemleridir.
b) Yumurtadan pupa oluşumu yaklaşık 40 gün sürer.
c) Bir pupanın yumurta oluşturabilmesi için 1 aylık zamana gereksinim vardır.
d) Yumurtadan ergin kelebek oluşma süresi yaklaşık 60 gündür.
 

Sorunun önemli bir noktası var :Yukarıda size bir veri verilmiş.Bu Kelebeğin Yumurta - Yetişkin evrelerinin dönüşümü . Bu çok önemli çünkü artık sistem sizden hazır daha önce olduğu gibi bilgiye dayalı cevap istemiyor. Konuyu çok iyi bilmenize rağmen artık konu içinde hiç karşılaşmadığınız sorular ile karşılaşabilirsiniz. Bu anlamda soruyu anlama , yorum yapma verileri değerlendirme , sonuç çıkarma çok önemli. Bunuda ancak derslerdeki etkinlikleri doğru bir şekilde anlama ve değerlendirme ile mümkündür. Aman Dikkat

BAKTERİLER

        Bazı tek hücreli canlıları belirtmek için kullanılan terime Bakteri denir. Bakteriler konusundaki bilgiler son yüzyıllardaki teknik ilerlemelere sıkı sıkıya bağlıdır.Eski çağ bilginleri,doğrudan gözlem ve düşünme yoluyla “mikropların” varlığını bulmuşlardı; ilk mikroskoplarsa, mikropların görülmesini sağladı.Geliştirilmiş mikroskoplar sayesinde, bakteriler ile tek hücreli hayvanlar ve tek hücreli bitkiler arasındaki fark belirlendi.Bakteriler ile virüslerin ayrımıysa, elektron mikroskobunun bulunmasından sonra yapılabildi.Ama, bu alandaki ilerlemeler bitmediği için, bakterilerin tümünü kapsayacak kesin ve eksiksiz bir tanım vermek, henüz olanaksızdır.Bakteriler çok küçük organizmalardır; tek başlarına çıplak gözle görülemezler.Tipik bakterilerde her canlı, karmaşık yapılı bir çeperle çevrili tek bir hücreden oluşmuştur; çeperin içinde, daha üst hücrelerin çekirdeklerindeki yapıları içiren bir merkez cisim bulunur; ama bu merkez cisim, üst canlılardakinin tersine, bir zarla çevrili değildir.Hücrenin genetik yapıları merkez cisim içindedir: bölünmeler sonucu ortaya çıkan yeni hücreler, bu genetik yapılar sayesinde özgül niteliklerini korurlar.Ama bakterilerin yanı sıra, onlar kadar yaygın olan su yosunları da, hücrelerinde gerçek bir çekirdek olmayan merkez cisim taşırlar.Bu nedenle söz konusu iki organizma, prokaryotlar  (“ ilkel çekirdekli organizmalar”)terimi altında toplanır.

         Bakteriler enzim yapabilirler ve yüksek bir antijen etkileri vardır.Çok sayıda organik maddeyi ayrıştırmayı sağlayan enzimleri taşıma özelliği, bakterileri doğada son derece etkili kılar.Ayrıca, canlı varlıklarla ilişkiye girdiklerinde, taşıdıkları antijenler karşı genellikle özel antikorlar oluşmasın yol açarlar.Ama bu sayılanlar da bütünüyle bakterilere özgü nitelikler değildir.Sözgelimi enzim yapma yeteneği maya mantarlarında da vardır; ama bunlar, hücre yapılarıyla bakterilerden kolayca ayırt edilebilirler.

          Bakteri grubu bir kez kabaca da olsa belirlendikten sonra, bakterilerin birbirlerinden çok farklı türlerde ayrıldıkları görülür. Sınıflandırılmalarında, belirgin bakteri özellikleri içeren bir merkez öbek ile  3 ayrı öbek ortaya çıkar: Birinci öbek mantarlarla, ikinci öbek su yosunlarıyla, üçüncü öbek bir hücrelilerle benzer özellikler taşır.

BAKTERİ HÜCRESİ

           Bakteri hücresini oluşturan yapılar elektron mikroskobuyla saptanabilmiştir.Bütün canlı hücrelerde olduğu gibi, bakterilerde de bir sitoplazma zarı vardır; zarın dışında, hücreye özel biçimini veren sert bir dış çeper yer alır.Bakteri çeperi, hücreyi etkili biçimde korur ve yapısına göre özel boylara boyanır.

          Çeper genellikle helmemsi bir kılıfla çevrilidir; kılıfın başlıca işlevi, pnömokoklarda olduğu gibi, antijenleri taşımaktır.

            Hücrenin içi çok yoğundur.Küçük boyutlu çok çeşitli kofullar görülebilir.Protoplazma,

üst hücrelerdeki özellikleri tam olarak taşımamakla birlikte, ribozomlar, yani protein yapımını sağlayan nükleik asit parçacıklarını kapsar. Bitkilerde klorofil üretiminin dayanağını oluşturan plastlara

 

 
Sizce ‘canlı’ ne demek?


Bilimin hızla gelişmesi karşısında, canlılığın tarifi üzerinde büyük anlaşmazlıklar çıkıyor. Kimi bilim insanı, örneğin internetin, bilgisayar programlarının da canlı sınıfına sokulabileceği görüşünde.

Tartışılan konular: Canlı ne demek? Kök hücreler canlı mı? Virüslere ve bakterilere canlı diyebilir miyiz? Canlı, kendini yeni durumlara uyarlama yeteneği mi?


İyiyle kötü, demokrasiyle baskı, dostla düşman gibi birçok kavramın birbirinden kesin çizgilerle ayrılmadığını artık biliyoruz. Bu anlam çiftlerinden biri de, canlıyla cansız.

İnsan embriyosundan kök hücre elde ederek hastalıkların daha iyi sağaltılabileceğini düşünen bilim insanları, yaşamın ne olduğunu, sınırlarını ve özelliklerini belirlemekte güçlük çekiyor. Karşılaşılan en önemli sorular şunlar: Yaşam ne zaman başlıyor ve canlı olmak, gerçekte ne anlama geliyor?

Teknolojik gelişmeler, yaşamın tanımını değiştirecek önemli bir rol oynayabiliyor. Sözgelimi maymun yumurtaları kimyasal bir işlemden geçirilerek değiştirildiğinde, embriyon gibi kök hücre üretebiliyor. Ve bunun için ileride bir bebek maymuna dönüşme yeteneği ya da oluşumda bir sperme ihtiyaç yok.

Kök hücreleri ‘canlı’ mı?

İnsan yumurtasının da aynı biçimde yeniden üretildiğini düşünelim. Bu doğal olmayan ve tümüyle yapay kök hücreleri ne ölçüde ‘canlı’ sayılabilir? Bir tüpte yapay hormonların elde edilmesine yarayan kimyasal tepkimelerle ya da Yer’de yaşamın başladığı ilk koşulların benzerlerini yaratma çabasıyla karşılaştırıldığında, hangisi daha canlı?

San Diego, California Üniversitesi’nde yaşamın kökeni üzerine araştırma yapan deniz kimyası profesörü Dr. Jeffrey L. Bada, ‘Dört milyar yıl önce dünyanın başlangıcında gerçekleştiğini sandığımız RNA moleküllerinin çoğalmasını, bugün bir tüpte gerçekleştirebiliyoruz. Bu amaçla her tür kimyasal maddeyi bir araya getiriyoruz. Ama kimse henüz bunu canlı olarak nitelemeye cesaret edemedi,’ diyor. Ona göre, ‘Laboratuvarda embriyonları canlı tutmak ya da araştırma amacıyla yumurtaları kullanmakla bir deney tüpünde RNA molekülü oluşturmak, birbirinden pek de farklı olmayan işler.’

Embriyon insan değil

Case Western Reserve Üniversitesi fizik bölümü başkanı Dr. Lawrence M. Krauss’a göre de, bir deney çanağındaki embriyon, yaşamın başlangıcı sayılabilecek canlı bir nesne değil, bir kimya fabrikasıdır ve nasıl yontulmamış bir taşı Michelangelo’nun Pieta’sıyla aynı değerde görmüyorsak, embriyonu da küçük bir insan olarak göremeyiz:

"Bir gün bir başka şeye dönüşebilecek bir organik maddeyle, insan olarak işlevlerini yerine getiren bir canlı arasında büyük fark var. İnsanların bir gizilgücü, gerçekmiş gibi görmeleri beni şaşırtıyor.’

İnsan merkezli ya da en azından biyoloji merkezli düşünenler, yalnızca organik yaşam biçimlerini canlı olarak görüyor. Canlılığı karbon temelli olmakla sınırlıyorlar.

İnternet canlı mı?

Bir başka grup ise canlı teriminin kapsamını daha da genişletmekten yana. Onlara göre, internet ya da ekonomi de, bir karınca kolonisi kadar canlı özellikleri taşıyor. Bunlar, tüm unsurlarının veya bireylerinin birbirleriyle bağlantılı olarak hareket ettikleri üstün organizmalar. Birbirlerine karşılıklı yanıt vererek ve sürekli değişerek hareket ediyorlar.

Yapay yaşam alanında çalışanlar, yaşamın birçok özelliğinin dijital bir format içinde de görülebileceğini ileri sürüyor.


Y-yaşamcılar (yapay yaşam) denilen bu insanlar, göreceli basit kodlarla ya da komutlarla başlayan, ama daha sonra serbest iletişim ağına girdiklerinde kendi yollarını izleyerek son derece büyük çeşitlilik gösteren bilgisayar programlarının ‘ekosistemler’ içinde bir araya geldiğini söylüyor.

Bu tür programların en ünlüsü Tierra, 1990'ların başlarında Oklahoma Üniversitesi’nde hayvanbilim profesörü Dr. Thomas S. Ray tarafından geliştirildi ve bütün dünyaya yayıldı. Ancestor denilen 85 bitlik bir bilgisayar koduyla işe başlayan Tierra, daha sonra kardeş kodlar üretti ve bunlar da kendi aralarında, kimi Ancestor’un 10 ya da 100 katı uzunluğunda yeni kardeş kodlar geliştirdiler.

Evrim geçiren program

Bunların çoğalma parametreleri, tıpkı karbon temelli dünyadaki DNA çoğalması gibi mükemmellikten uzaktı ve bir kuşak Tierra’dan ötekine küçük değişikliklere yol açıyordu. Belli yaşam alanlarında toplanma eğilimi gösteren organizmalar, işbirliği, yarışma, asalaklık gibi özellikler de taşıyor, başarı oranı değişen bir çoğalma ve ölme süreci içine giriyorlardı.

Bunların evrim de geçirdiğini ileri süren Dr. Ray’e göre, yaşamın en önemli özelliği, doğal ayıklanma yöntemiyle evrim geçirmek.. Ve bilgisayar programları da bu özelliği taşıyor.

Ray, bu nedenle de, Tierra’nın, yalnızca bir yaşam modeli olmayıp canlı olduğunu açıkça söylüyor: ‘Yaşamla yaşam olmayan arasındaki bir alacakaranlık bölgesinde bir şeyler yaratıyoruz. Böylece yaşamın kesin bir evet ya da hayır sorunu olmadığı anlaşılıyor. Yaşam ve canlılığın çeşitli tonları var.’

Tierralarından birinin ölümü karşısında üzüntü duyup duymadığı sorulduğunda, Ray, ‘Hayır,’ diyor. ‘Bir bakteri ya da virüsün ölümü beni ne kadar üzerse, o kadar üzülüyorum.’

Ölmek istemezlerse

Bir başka grup bilim insanı ise makine dünyasının gerçek yaşama bu kadar yakın olduğunu ya da bir bilgisayar ya da robotun belli bir ayırdındalık geliştirip, artık ölmek istemeyebileceğini düşünmüyor.

Sanal gerçeklik uzmanı bilgisayar bilimcisi Jaron Lanier, ‘Bilgisayarların pek yakında insan gibi bir canlı türü olarak görüleceğini savunanlar var. Ben bu düşünceye hep karşı çıktım ve birçok konferansta benden başka herkes aynı kanıda olduğu için yalnız kaldım,’ diyor.

Lanier, bir bilgisayarın gerçekten insanın inceliğine ulaşıp ulaşmadığına karar vermek için büyük İngiliz matematikçi Alan Turing’in geliştirdiği ölçütü de tartışmaya açıyor. Turing’e göre, bir yargıç, bir bilgisayarla bir insanın verdiği yanıtlar arasında bir farklılık göremezse, bu bilgisayarın temelde akıllı olduğu söylenebilir ve insana tanınan haklar tanınabilir.

Bu ölçütü belirlerken, Turing’in, ‘bilgisayarın daha akıllı ya da insana benzer olduğunu varsaydığını’ söyleyen Mr. Lanier, durumu bir de başka açıdan ele alarak insanın aptallaşıp bir bilgisayara benzediği sonucuna da varılabileceğini söylüyor.

Sonuç olarak canlı olma deneyimi, Mr. Lanier’ye göre öznel bir durum. ‘Oysa bilim yinelenebilir ve denenebilir olayları konu alıyor. Bu nedenle canlı olma deneyimi hiçbir araçla ölçülemez ve hiçbir zaman tam olarak açıklanamaz.’

Virüsler canlı mı?

Doğal varlıkların en ucundaki virüsleri ele alalım. Bir görüşe göre yaşamak, enerji tüketmek ve enerji kazanmak için yemek anlamına gelir. Oysa virüsler bunları yapmaz. Hiçbir canlı özelliği göstermez. Şeker ya da tuz ne kadar canlıysa, virüsler de o kadar canlıdırlar.

Virüs uzmanları ise virüslerin ikinci dereceden bir canlılık gösterdiğini, konakladıkları hücreleri, yeni virüslerin üremesini sağlayacak bir enerji harcamaya zorladıklarını ileri sürüyor.

Hastalık yapıcı mikroplar varlıklarını sürdürmek için akıllı yöntemler geliştiriyor ve gerektiğinde evrim geçiriyorlar. New York Rockefeller Üniversitesi’nden Dr. Arnold Levine gibi virologlar, uyku durumunda olsalar da, virüsleri canlı varlıklar olarak görüyor.

‘Pas’ın bile canlı olup olmadığını tartışan ve pas arttıkça sanki bulaşıcıymış gibi bir metalin üzerinde daha çok yayıldığını ileri sürenlerin bulunduğu bir ortamda, birçok kimse bireylerden çok, sistemleri canlı olarak görmek gerektiğini düşünüyor.

Önemli olan ne?

Reed College’den Dr. Bedau’ya göre bir sinek ya da insanı canlı kılan yüzeysel özellikler yerine, canlıların kendilerini yeni durumlara uyarlayabilme yeteneğinden söz etmek gerekiyor. Bedau, dinozorların birer birer ölerek değil, değişen koşullara ayak uyduramadıkları için yok oldukları kanısında.
Bu açıdan kök hücre tartışmasına yeniden dönersek, biyolojik ve evrimsel bağlamından kopuk bir biçimde laboratuvarda duran bir insan embriyonunu canlı olarak görenler, canlılar arasındaki toplumsal, duygusal ve fiziksel bağların önemini gözden kaçırıyor.
New York Times’de yayımlanan bu canlı tartışmasına, New York City Üniversitesi’nden Dr. Barbara Katz Rothman da katılıyor ve şöyle diyor: ‘İnsanlık tarihinde çok yakın zamanlara kadar bir bebeğin canlı olduğu, ancak anne karnında hareket etmeye başladığı yani toplumsal yaşama girdiği zaman düşünülürdü.
Laboratuvardaki birkaç günlük embriyon, bu açıdan hiçbir işaret vermez ve çevresindeki dünyayla hiçbir bağı yoktur. Çevresindeki canlıların onu canlı olarak tanımlaması gerekir. Oysa bu canlılar da yaşamın en güzel armağanı olan bilinmezlikler ve belirsizliklerle çevrilidir.

Kaynak: Hürriyetim

ŞAPKALI MANTARLAR NASIL ÇOĞALIR?
 

Malzemeler:
Kültür mantarı , kağıt bardak ,su
Deneyin yapılışı :

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çevrenizde bir kültür mantarı bularak şapka kısmının altına bir kâğıt yerleştiriniz. Mantarın sap kısmını içinde su bulunan bir kaba oturtunuz. 3-5 saat bekledikten sonra kâğıdı çıkartınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kâğıt üzerinde siyah çizgiler hâlinde tozlar görürsünüz. Şapkanın alt yüzeyinde birbirine paralel uzanan perdeler vardır. Perdelerin arasında spor keseleri bulunur. Kâğıt üzerinde görülen tozlar spor keselerinin içinde bulunan sporlardır. Olgunlaşan sporlar etrafa saçılır. Uygun ortamlarda çimlenerek yeni mantarları oluştururlar.

VÜCUDUMUZU TANIYALIM

A) Duyu Organları

B) Sinir Sistemi

C)    Hormonlar ve Hormon üreten organlar

D) Bağışıklık sistemi

A) DUYU ORGANLARI

 

Canlılarda organizasyon:

Hücre            Doku            Organ         Sistem         Organizma

 

Canlılarda bazı tepkilerin alınmasını sağlayan hücreler vardır.

Bu hücreler duyu organlarını meydana getirir. Bu duyu organ-

ları beyinden kontrol edilir. Her duyu organı almış olduğu uyar-

tıyı beyinde değerlendirip, tepkisini ilgili organda gösterir.

  

   Her duyu organı farklı bir uyartıyı alabilir. Örneğin göz ışığa

duyarlıdır, kulak titreşime duyarlıdır, burun ve dil suda çözü-

nen maddelere duyarlıdır, deri dokunmaya duyarlıdır.

   İnsanda dış ortama açık 5 duyu organı vardır.

1. GÖZ

 

Işığa duyarlıdır. Kafatasının göz çukuruna yerleşmişlerdir. Gö-

zü dıştan kaşlar, kirpikler, göz kapakları ve gözyaşı korur.

   Dıştan içe doğru 3 tabakadan oluşmuştur.

 
 
 


Duyu sinirleri

 

 

Sarı leke

 

Kör nokta

 

Göz merceği

 

İris

 

Göz

bebeği

 

Saydam

  tabaka

 

Kirpikler

 

Damar tabaka

 

Ağ tabaka

 
           

 

 
 

Kaslar

 
 

 


a) Sert tabaka :Bağ dokudan yapılıdır. Gözü dış etkilerden

korur ve gözün şeklinin bozulmasını önler. Rengi parlak be-yazdır. Gözün ön tarafında saydamlaşarak “saydam tabaka”

yı oluşturur. Saydam tabaka(=kornea) göze gelen ışığı kırarak

gözün iç bölgesindeki göz bebeğine geçirir.

 

b) Damar tabaka : Gözü besleyen kan damarları burada bulu-

nur. Damar tabakada melanin pigmenti birikerek gözün içini

karanlık oda haline getirir. Damar tabaka gözün önünde “iris”

i oluşturur. İris göze rengini verir. İrisin ortasındaki deliğe de

“göz bebeği” denir. İris büzülüp gevşeyerek göz bebeğinin

genişleyip daralmasını sağlar. Böylece göze giren ışık miktarı

ayarlanır. Kuvvetli ışıkta göz bebeği küçülür, az ışıkta büyür.

İris fotoğraf makinesinin diyaframına benzer.

 

c)  Ağ tabaka : En içteki tabakadır. Görme sinirleri burada ağ

gibi yayılmıştır.  Ağ tabaka üzerinde göz bebeğinin tam karşı-

sında “sarı leke” bulunur. Görüntü sarı lekede meydana gelir.

Görme sinirlerinin gözden çıktığı nokta ışığa duyarlı değildir.

1

 

narlı(yakınsak) bir mercek olan “göz merceği” ni oluşturur.

Göz merceği ışığı kırarak görüntüyü sarı leke üzerine düşürür.

Göz uyumu : Uzağa veya yakına baktığımızda göz merceği

yassılaşıp şişkinleşerek odak uzaklığını ayarlar. Böylece gö-

rüntü net olarak retinaya(ağ tabaka) düşer. Buna göz uyumu denir.

   Cismin görüntüsü sarı lekeye ters ve cisimden küçük olarak düşer. Görme sinirleri uyartıyı beyine gönderir. Beyinde

görüntü düz ve cisme eşit olarak algılanır.

   Mercek gözü iki bölüme ayırır. Saydam tabaka ile mercek

arasına “ön oda”  , mercek ile ağ tabaka arasındaki geniş boşluğa”arka oda” denir.  Göz yuvarlağının içi ışığı kırma ö-

zelliği olan “göz sıvısı” ile doludur. Arka odayı dolduran sıvı-

ya “camsı cisim” denir.

   Sarı lekedeki hücrelerin iyi görev yapabilmesi için “A” vita-

mini gereklidir. A vitamini eksikliğinde “gece körlüğü” hasta-

lığı ortaya çıkar.

GÖZ KUSURLARI

 

Göz, görüntüyü ağ tabaka(retina) üzerine normal olarak düşü-rebiliyorsa bu göze normal (emetrop) göz denir.

 

Ancak merceğin normal göz uyumunu sağlayamaması veya

gözün yuvarlaklığının bozulması durumlarında göz kusurları

ortaya çıkar. Göz kusurları şunlardır;

 

1— Miyop

2— Hipermetrop

3— Presbitlik

4—  Astigmatizm

5—  Renk körlüğü

6—  Şaşılık

7—  Katarakt

1— MİYOP

Yakını iyi görür,  uzağı göremez. Kalın kenarlı mercekle dü-

zeltilir.

Nedeni;

a) Göz üst ve alttan basıklaşarak göz ekseni uzamıştır

 

b) Göz merceğinin kırıcılığı artmıştır.

 

              

 

2— HİPERMETROP

Çekiç

 

Denge Sinirleri

 

Nedeni;

a) Göz ön ve arkadan basıklaşarak göz ekseni kısalmıştır.

b) Göz merceğinin kırıcılığı azalmıştır.

    

      

 

3 — PRESBİTLİK

Yaşlılarda göz merceği yakına iyi uyum yapamaz. Bu durum-

da göz yakını iyi görmez, uzağı iyi görür. İnce kenarlı mercek-

le düzeltilir.(Hipermetrop’ a benzer)

 

Metin Kutusu: Akademi Dershanesi4— ASTİGMATİZM

Göz merceği yüzeyinin pürüzlü bir hal alması ya da saydam

tabakanın kavislenmesi sonucunda görüntü sarı lekeye bula-nık ve şekli bozuk olarak düşer. Silindirik camlı mercekle dü-

zeltilir.

 

5— RENK KÖRLÜĞÜ(=Daltonizm)

Kırmızı ve yeşil renkleri birbirinden ayırt edemez. Kalıtsaldır.

Tedavisi yoktur.

 

6—   ŞAŞILIK

Renk körlüğünde olduğu gibi doğuştandır. Şaşılıkta görme bo-

zukluğu olmaz. Gözü hareket ettiren 3 çift kastan bir kısmının

normalden uzun ya da kısa olması sonucunda göz eksenini

doğrultusu değişir. Buna şaşılık denir. Ameliyatla giderilebilir.

 

7— KATARAKT

Göz merceğinin içindeki sıvının ya da merceğin saydamlığını

kaybetmesi sonucunda görüntü sarı lekeye düşemez. Buna

Acı

 

GÖZ HASTALIKLARI

 

Arpacık : Mikrobiktir, göz kapaklarında görülür.

 

Trahom : Mikrobiktir. Körlüğe neden olabilen hastalıktır.

 

Göz tansiyonu : Ön ve arka odanın içindeki sıvının den-

gesinin bozulması sonucunda basıncın artmasıdır.

 

 

 
 

2

 
 


KULAK

İşitme ve denge organımızdır. Üç kısımda incelenir.   

 

 

 

 


İşitme Sinirleri

 

 

Örs

 

 

Oval pencere

 

Salyangoz

 

 

Yutak

 

Östaki borusu

 

 

Kulak zarı

 

 

Kulak yolu

 

 

 
 

Yuvarlak pencere

 
 

 


     

 Dış Kulak : Kulak kepçesi ve kulak yolundan oluşur. Ses dal-

galarının toplanarak kulak zarına iletilmesini sağlar. Kulak yolu

içindeki kıllar ve kulak yolundan salgılanan sıvı kulağa yaban-cı toz gibi maddelerin girmesini önler. Kulak yolundan salgıla-nan sıvı(kulak kiri) aynı zamanda kulak zarının yumuşaklığını

sağlar. Kulak zarı dış kulakla orta kulağı birbirinden ayırır.

 

Orta Kulak : Kulak zarı ile oval pencere denilen zar arasında

küçük bir oda gibidir. Kulak zarına bağlı ilk kemik  “çekiç” ke-miğidir. İkinci kemik “örs”  ve üçüncü kemik “üzengi” kemiği-

dir. Bu kemiklerin üçüne birden “kemik köprü” denir. Bu ke-

mikler kulak zarından alınan ses dalgalarını iç kulağa iletir.

Vücudumuzun en küçük kemiği üzengi kemiğidir.

   Orta kulak “östaki borusu”  ile yutağa açılır. Östaki boru-

su dış kulak ile orta kulak arasındaki hava basıncını dengele-yerek kulak zarını korur.

 

İç Kulak : İşitmeyi sağlayan yerdir. İçinde işitme sinirleri ve duyu hücreleri bulunur. Orta kulaktan itibaren “oval pencere”

ile başlar. İç kulaktaki “dalız” oval pencere yoluyla gelen ses

dalgalarını sıvı dalgalanması halinde “salyangoz” a iletir. Salyangozun içinde işitme duyu hücrelerinin bulunduğu “korti organı” bulunur. Buradan da işitme duyu sinirleriyle alınan u-yartı beyine taşınır ve ses beyin tarafından algılanır.

   Salyangozun üst kısmında “üç yarım daire kanalı” bulu-

nur. Bu kanalların içindeki sıvı ile vücudun dengesi algılana-

rak beyine bildirilir. Vücudun dengesini “beyincik” sağlar.

 

Ses dalgalarının izlediği yol :

Ses ªK.yolu ªK.zarıªKemik köprüªDalızªSalyangoz

DİL

Ekşi

 

Dilimiz dört farklı tada duyarlıdır. Dilin farklı bölgeleri farklı tat-

lara duyarlıdır. Ucu tatlı, orta kenarları tuzlu, arka kenarları ek-

şi ve arkası acı tatları algılar.

 

Metin Kutusu: Akademi DershanesiBURUN

Burun koku alma organıdır. Uç kısmı kıkırdak, arka kısmı ke-

mikten yapılıdır. Burun boşluğu “sapan” kemiği ile ikiye ayrılır.

Boşluklardan ortaya doğru üçer tane kemik çıkıntı iner. Araların-da hava dolaşan bu kemiklere “boynuzcuk kemikleri” denir.

Bu kemiklerin arasındaki boşluklara “sinüs” denir. Sinüslerin

iltihaplanmasına “sinüzit” denir.

Burun boşluğu mukus salgısı yapan epitel hücreleriyle döşen-

miştir. Burun içindeki kıllar ve mukus kirli havayı temizler, mu-

kus havayı nemlendirir, burun içindeki kıvrımlar havayı ısıtır.

Koku alma sinirleri burun boşluğunun üst tarafındaki “sarı böl-

ge” de bulunur. Havaya karışan koku zerrecikleri mukus içinde

çözünerek koklama sinirlerini uyarır. Duyu sinirleri bu uyartıyı

beyine taşır. Böylece koku algılanır.

   Koklama ve tatma duyuları suda çözünebilen maddelere du-

yarlıdır. Bu nedenle birbiriyle yakından ilgilidir. Örneğin nezle

olduğumuzda koku ve tat alma duyularımız iyi çalışmaz.

DERİ

Dokunma duyu organımız deridir. Ancak derinin duyu dışında başka görevleri de vardır.

   Dıştan içe doğru ölü tabaka, üst deri, alt deri ve yağ taba-

kalarından oluşur. Üst derinin canlı olan alt kısmında deriye

rengini veren renk tanecikleri (melanin pigmenti) bulunur.

   Alt deri üst deriden daha kalındır. Alt deride kıl kökleri, yağ-

bezleri, ter bezleri, duyu cisimcikleri, kılcal kan damarları, du-

yu sinirleri bulunur.

 

Derinin Görevleri:

a) Dokunma duyu organıdır. Basınç, sıcak-soğuk, ağrı ve sertlik-yumuşaklık, düzlük- pürüzlülük gibi duyuları algılar.

b)  Terleme yaparak boşaltıma yardım eder.

c)  Gaz alışverişi yaparak solunuma yardım eder.

d)  Vücudumuzu dış etkilerden(çarpma, mikroplar vb.) korur.

e)  Vücudumuza desteklik sağlar. Estetik ve güzellik verir.

f)   Vücut ısısının ayarlanmasına yardım eder.

KONU İLE İLGİLİ

SINAVLARDA ÇIKMIŞ SORULAR

 

1.  Kulağımızın hangi kısmı, oval pencere yoluyla gelen

     ses dalgalarını salyangoza iletir?(1992-FL)

 

     A) Yarım daire kanalları      B) Östaki borusu

     C) Üzengi                                D) Dalız

 

 

 

2.  Aşağıdaki vitaminlerden hangisi göz hastalıklarını ön-

     ler?(1993-FL)

 

   A) D                 B) A                 C) B                    D) C

 

 

3.  Aşağıdakilerden hangisi kulakta bulunan kemik dolam-

     bacın kısımlarından değildir? (1994-FL)

 

     A) Yarım daire kanalları           B) Salyangoz

3

 

 

4.     I.   Göz ekseninin normalden uzun olması

        II.  Göz merceğinin kırma indisinin büyük olması

        III. Göz merceği yüzeyinin pürüzlü olması

                                                                        (1995-FL/AÖL)         

        Yukarıdakilerden hangileri miyopluğa sebep olur?

 

        A) Yalnız I             B) Yalnız II          C) I – II            D) II – III

 

 

 

 

5.     Aşağıdakilerden hangilerinin meydana getirdiği rahat-

        sızlık giderilebilir?(1996-FL/AÖL)

 

        I.   Kulak zarındaki yırtılmanın

        II.  Ortakulaktaki kemiklerin birbirine kaynamasının

        III. İşitme sinirlerinin görev yapmamasının

 

        A) Yalnız I           B) I – II          C) II – III          D) I – II – III

 

 

 

 

6.     Aşağıdaki durumlardan hangisi sağırlık meydana ge-

        tirir?(1997-FL/AÖL)

 

        A) Kulak zarının yırtılması

        B)  Kulak kepçesinin kopması

        C) Yarım daire kanallarının görev yapamaması

        D) İşitme sinirlerinin fonksiyonunu yitirmesi

 

 

 

 

7.     Aşağıdakilerden hangisi orta kulakta yer alır?

                                                                                (1995-DPY) 

 

        A) Yarım daire kanalları                 B) Üzengi

        C) İşitme sinirleri                              D) Salyangoz

 

 

 

 

8.     Cisimler hangi özelliklerinden dolayı görülebilirler?

                                                                                (1997-DPY)

        I.   Kendiliğinden ışık yayma

        II.  Işığı yansıtabilme

        III. Işığı soğurabilme

 

        A)  Yalnız II            B) I – II            C) I – III              D) II – III

 

 

 

 

9.     Aşağıdakilerden hangisi ışınların göz bebeğinde top-

        lanmasını sağlar? (1997-DPY)

 

        A) Saydam tabaka                                   B) Göz merceği

        C) Kör nokta                                         D) İris

 

 

Metin Kutusu: Akademi Dershanesi10.   Aşağıdakilerden hangisi, göz yuvarlağını hareket et-

        tiren kasların normalden uzun veya kısa olması sonu-

        cu meydana gelir? (1999-DPY)

 

        A) Astigmatlık                                 B) Şaşılık

        C) Presbitlik                                     D) Miyopluk

 

 

11.   I.      İris

        II.     Kornea

        III.    Sarı benek

        IV.    Kör nokta

 

        Yukarıdakilerden hangileri gözün ağ tabakasında bu-

        lunur?(1999-DPY)

 

        A) I – II          B) I – III         C) II – IV          D) III – IV

 

 

 

12.   Kulağın dengemizi sağlamada görevli kısmı aşağıda-

        kilerden hangisidir? (1990-ATEML)

 

        A) Salyangoz                           B) Kemik köprü

        C) Yarım daire kanalları        D) Kulak zarı

 

 

13.   Kulağın hangi kısmı işitme ile ilgili değildir?

                                                                             (1991-KUR)

 

        A) Yarım daire kanalları         B) Salyangoz

        C) Kulak zarı                           D) Kemik köprü

 

 

 

14.   Östaki borusu hangisinde verilenlerle bağlantılıdır?

                                                                (1995-ATEML)

 

        A) Yutak – İç kulak               

        B) Orta kulak – Yutak

        C) Dış kulak – Orta kulak      

        D) Salyangoz – Yarım daire kanalları

 

 

15.   Aşağıdakilerden hangisine kornea adı verilir?

                                                                             (1997-ATML)

 

        A) Damar tabaka                           B) Saydam tabaka

        C) Sert tabaka                            D) Ağ tabaka

 

 

16.   Aşağıdakilerden hangisi derimizin görevlerinden de-

        ğildir? (1998-ML)

 

        A) Basınç ve sıcaklık duyularını almak

        B)  Beynin verdiği emirleri kaslara iletmek

        C) Vücut sıcaklığının ayarlanmasında rol oynamak

4

 

 

 

KONU   TESTİ

 

1.  Bütün duyu organlarının merkezleri nerede bulunur?

 

     A) Beyinde                              B) Omurilik soğanında

     C) Her organın kendinde         D) Beyincikte

 

 

 

2.  Aşağıdakilerden hangisi duyu organı değildir?

 

     A) Göz                                        B) Böbrek

     C) Deri                                       D) Burun

 

 

 

3.  Aşağıdakilerden hangisi göz merceği ile saydam ta-

     bakanın ortak özelliğidir?

 

     A) Gözü dış etkilerden korumak                 

B) Göze giren ışık miktarını ayarlamak

C)  Göze gelen ışığı kırmak

D)  Odak uzaklığını ayarlayarak, göz uyumunu sağlamak

 

 

 

4.  Aşağıda verilen göz kusurlarından hangileri ince ke-

     narlı merceklerle düzeltilir?

 

     I.      Hipermetrop

     II.     Miyop

     III.    Astigmatizm

     IV.    Presbitlik

 

     A) I – II            B) II – III             C) II – IV          D) I – IV

 

 

 

5.  Göz ekseninin kısalması ya da göz merceğinin kırıcı-

lığının azalmasıyla ortaya çıkan göz kusuru aşağı-

dakilerden hangisidir?

    

     A) Miyop                                    B) Astigmatizm

     C) Şaşılık                                 D) Hipermetrop

 

 

6.  Kulakla ilgili aşağıda verilen bilgilerden hangisi doğ-

     rudur?

 

     A) İşitme sinirleri orta kulağın salyangoz kısmında bulunur

     B) Denge sinirleri orta kulaktaki yarım daire kanallarından

           çıkar

     C) Orta kulaktaki kemik köprü sesin iç kulağa iletilmesini

           sağlar

     D) Kulak zarının basınç değişimine karşı korunması iç-

           kulaktaki dalız tarafından sağlanır.

 

 

 

 

7.     Aşağıdakilerden hangisi alt deride bulunmaz?

 

        A) Derimize rengini veren renk tanecikleri

        B) Kıl kökleri

        C) Serbest sinir uçları

        D) Duyu cisimcikleri

 

 

 

8.     Dilimizin ucunu kurutma kâğıdı ile kurulayarak şeker

sürdüğümüzde tadını alamayız.

 

        Yukarıdaki deney aşağıdakilerden hangisini anlamak

        için yapılmıştır?

 

        A) Dilimizin tat alma organı olduğunu anlama

        B) Dilimizin konuşmayı nasıl sağladığı

        C) Dilimizin ancak suda çözünen maddelerin tadını alabil- 

diğini anlama

        D) Dilimizin sindirimdeki rolünü anlama

 

 

 

9.     Nezle olduğumuzda, besinlerin tadını da alamayız.

 

        Yukarıdaki bilgiye dayanarak aşağıdaki sonuçlardan

        hangisine ulaşılabilir?

 
  Metin Kutusu: Akademi Dershanesi
 


        A) Koku duyusu ile tat duyusunun birbiriyle bağlantısı

yoktur.

        B) Koku ve tat duyuları birbiriyle bağlantılı çalışır.

        C)    Nezle mikrobik bir hastalıktır

        D) Nezle olan kişinin duyu organları iyi çalışmaz

 

 

 

10.   Karanlıktan birden aydınlığa çıktığımızda, ya da aydınlık-tan az ışıklı ortama girdiğimizde cisimleri bir süre seçe-meyiz. 

        Yukarıda verilen gözlem, aşağıdaki göz kısımlarının

        hangisinin çalışması ile ilgilidir?

 

        A) İris                                            B) Sarı leke

        C)  Göz merceği                          D) Saydam tabaka

 

 

 

11.   Elimizi soğuk sudan çıkarıp, ılık suya soktuğumuzda

        suyu “sıcak” olarak algılarız.  Aynı şekilde sıcak su-

        dan çıkarıp ılık suya soktuğumuzda bu defa “soğuk”

        olarak algılarız. Bu durumun aşağıdaki özelliklerden

        hangisi ile açıklanabilir?

 

        A) Bazı duyu organlarımız çabuk yorulur

        B) Bazı duyu organlarımız diğerlerinden daha geniş yü-

             zeylidir.

        C) Duyu organlarımızı uyaran etkenler birbirinden farklıdır

        D) Duyu organlarımız aldığı uyartıyı sinirlerle beyne iletir

 
 

5

 
 

 


12.   Gözümüzün ağ tabakasında kör nokta bulunmasına rağmen, belirli bir noktaya bakan normal bir insanın

        görme alanı içindeki her şeyi görmesini sağlayan ne-dir?

 

        A) Göz merceğinin uyum yapması

        B) İki gözün birlikte kullanılması

        C) Göz bebeğinin büyüyüp küçülebilmesi

        D) Cisimlere dikkatli bakılması

 

 

 

13.   Kulak kepçesi aşağıdaki canlı gruplarının hangisinde

        bulunur?

 

        A) Balıklar                                     B) Sürüngenler

        C) Memeliler                               D) Kuşlar

 

 

 

14.   Saydam tabakanın buzlu cam gibi pürüzlü bir hal

        almasıyla hangi göz kusuru ortaya çıkar?

 

        A) Astigmatizm                          B) Presbitlik

        C) Miyop                                    D) Hipermetrop

 

 

 

15.   Aşağıdakilerden hangisi göz kusuru değildir?

 

        A) Renk körlüğü                       B) Şaşılık

        C) Presbitlik                                D) Trahom

 

 

 

16.   Kulağın dengeyle ilgili kısmı aşağıdakilerden hangisi-

        dir?

 

        A) Korti organı                          B) Dalız

        C) Yarım daire kanalları         D) Kemik köprü

 

 

 

17.   Boğaz enfeksiyonu görülen kişilerde, aynı zamanda ortakulak iltihabının da yaygın görülmesi aşağıdaki-

        lerden hangisi ile açıklanabilir?

 

        A) Orta kulak ile yutağın östaki borusu ile birbirine bağ-

             lantılı olması

        B) Enfeksiyona mikropların yol açması

        C) Önce enfeksiyonun kulakta başlayıp, sonra yutağa

             geçmesi

        D)  Kişinin sağlığına dikkat etmemesi

 

 

 

 

 

 

  

SİNİR SİSTEMİ

Organlar ve sistemler arasındaki uyumlu çalışmayı ve bütün-

lüğü sinir sistemi sağlar.

 

                Sinir Sistemi

       
   
 
 


Merkezi Sinir Sistemi       Çevresel Sinir Sistemi

1 — Beyin                 1 — Sempatik sinirler

2 — Beyincik               2 — Parasempatik sinirler

3 — Omurilik Soğanı

4 — Omurilik

ÇEVRESEL SİNİR SİSTEMİ

 

Merkezi sinir sistemi ile organlar arasında haber ve emir ileti-

mi sağlayan sinirlerdir.

Sempatik sinirler : Hızlandırıcı sinirlerdir.

Parasempatik sinirler : Yavaşlatıcı sinirlerdir.

 

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ

 

1 — BEYİN

 

Kafatasının içinde yerleşmiştir. İki yarım küre şeklindedir. Üze-

rindeki kıvrımlar beyin yüzeyini genişletir.

Görevleri:

a)  Tüm istemli hareketleri yönetir.(Örnek: iskelet kaslarının

   çalışması)

b)  Beş duyu organının idaresi ve duyuların alınması, yorum-

Metin Kutusu: Akademi Dershanesi   lanması beyinde olur.

c)  Öğrenme, konuşma, yazma, duygusallık, hayal kurma, ha-

   fıza, yeni bilgi öğrenme, düşünme merkezi beyindir.

 

   Beyin görev yapamazsa buna “bitkisel hayat” denir.

 

2 — BEYİNCİK

 

Beyinle omurilik soğanı arasında bulunur. Üzeri kıvrımlıdır.

İçindeki sinirler ağacı andırdığından “hayat ağacı” da denir.

Görevi : Dengeyi sağlar. İncelikli kas faaliyetlerini yönetir.

İç kulaktaki yarım daire kanalları ile bağlantılı çalışır.

   Beyincik görev yapamazsa denge sağlanamaz. Örneğin

beyinciği çıkarılan bir kuş yalpalayarak uçar.

 

3 — OMUR İLİK SOĞANI

 

Beyin ile omur ilik arasında yer alır. Bir bölümünün üzerinde

beyincik vardır. Üzerinde kıvrım yoktur ve soğana benzer.

Görevi : Omur ilikten gelen sinirler omur ilik soğanını geçerek

beyine ulaşır. Kendisi istek dışı hareketlerin merkezidir. İç or-

ganların çalışmasını yönetir. Örneğin : Kalp atışı, soluk alıp

verme, öksürme, hapşırma, yutkunma, yutma vb.

   Omur ilik soğanı zedelenen bir insan yaşayamaz. Bu ne-

denle omur ilik soğanına “hayat düğümü” de denir.

 

4 — OMUR İLİK

 

6

 

murga, omur iliği dış etkilerden korur.

 

Görevleri :  

— Organlardan beyine ve beyinden kaslara giden uyartıları ta-

   şımak. Sinirler omur ilikten çapraz geçtiği için beynimizin

   sağ yarım küresi vücudumuzun solunu, sol yarım küresi de

   vücudumuzun sağını yönetir.

—  Alışkanlık ve refleks hareketlerini yönetmek

   Omurilik görev yapamazsa kaslarla beyin arasındaki ileti-

şim kesilir. Beyin kasları yönetemez buna “felç” denir.

Alışkanlık : Başlangıçta beyinin kontrolünde olan, daha sonra

omuriliğin kontrolüne geçen davranışlardır. Örneğin şiir ezber-

lemek beynin kontrolündedir, ezberden şiir okumak omur iliğin

kontrolündedir. Yine önceden öğrenilen parçanın piyanoda

çalınması, bildiğimiz bir dansın yapılması vb. olaylar alışkanlık

halindeki reflekslerdir ve omur ilikten yönetilir.

Refleks : Düşünmeden, aniden yapılan hareketlerdir. Bazı

refleksler doğuştandır. Örneğin yeni doğan çocuğun emme

refleksi, göz bebeklerinin ışıkta açılıp kapanması, diz altına

vurulduğunda ayağın hareket etmesi, düşerken bir yere tutun-

ma, habersiz elimize iğne battığında kolumuzu çekme v.b.

   Bazı refleksler de sonradan kazanılır. Alışkanlık refleksleri

sonradan kazanılmıştır. Aynı şekilde limon gördüğümüzde ağ-

zımızın sulanması refleksi de sonradan kazanılan (şartlı) ref-

lekstir.

 

 
 
 

 


Omurilik(kesit)

 

 

Kas

 

 

 

Hareket Siniri

 

 

  

                              — Refleks Yayı —

SİNİRLER

 
 

Miyelin kılıf

 
 


Ranvier

boğumu

 

       
   

Akson ucu

 
 

Dendrit

 
 


 

 

İstemli ve istemsiz bütün hareketlerin uyartı ve emirlerini sinir-

ler taşır. Sinir hücrelerine “nöron” denir.

Hareket sinirleri : Bir ucu merkezi sinir sistemine, diğer ucu

kas, bez veya organa bağlı olan sinirlerdir. Merkezi sinir sisteminden aldığı emirleri kas, bez veya organlara taşır. Kas

kasılır, organ çalışır, bez salgı yapar.

Duyu sinirleri : Bir ucu duyu organına, diğer ucu beyine bağlı olan sinirlerdir. Duyu organlarından aldığı uyartıları beyine ta-şır. Motor ve duyu sinirleri “miyelinli” sinirlerdir.

Miyelinli sinirler uyartıyı miyelinsiz sinirlerden daha hızlı taşır.

Örneğin miyelinli sinirler uyartıyı 90-120 m/s, miyelinsiz sinirler

12 m/s hızla iletirler.

 

 

Bir sinir hücresi 3 kısımdan oluşur:

a) Sinir gövdesi : Çekirdek ve sitoplazma taşıyan asıl sinir

hücresidir. Vücudumuzun en fazla özelleşmiş hücresidir. Bö-

lünme yeteneğini kaybetmiştir. Mitokondri yönünden zengindir.

Metin Kutusu: Akademi DershanesiSinir gövdesinden çıkan kısa uzantılara “dendrit”, uzun uzan-

tılara “akson” denir.

b) Dendrit : Sinir gövdesinden çıkan kısa uzantılardır. Bunlara

“almaç” ta denir. Uyartı daima dendritler tarafından alınır ve

akson boyunca taşınır.

c) Akson : Sinir gövdesinden çıkan uzun uzantılardır. Aksonun

üzeri miyelin denilen tabaka varsa bu sinirlere miyelinli, kılıf

yoksa miyelinsiz sinirler denir. İsteğimizin dışında çalışan or-

ganlara uyartı taşıyan sinirler miyelinsizdir.

   Bir sinir hücresinden diğer sinir hücresine uyartı geçerken

iki sinir hücresi birbirine değmez aralarında bir boşluk vardır. Bu boşluğa “sinaps” denir. Bir sinir hücresinin aksonu, diğer sinir hücresinin dendritine bağlanır.

Sinaps

 

 

Uyartı

 

 

SİNİR SİSTEMİNİN SAĞLIĞI

 

Sinir sitemimiz  mikrop ve zedelenmelere karşı çok duyarlıdır.

Felç, menenjit(beyin zarı iltihabı, sara, kuduz gibi hastalıklar sinir sistemi hastalıklarıdır. Yüksek tansiyon(hipertansiyon) so-

nucunda beyin kanamaları ve zedelenmeler ortaya çıkabil-mektedir.

HORMONLAR ve HORMON ÜRETEN ORGANLAR

İç salgı bezleri(endokrin bezler) denilen, bir ucu kan damarına

açılan kanalsız bezlerden kana salgılanan kimyasal maddele-re “hormon” denir. Hormonlar belli doku ve organları etkile-

yerek vücudun çalışmasını düzenler. Bazı hormon bezleri kar-

ma bez şeklindedir. Örneğin pankreas karma bezdir. Pankre-

as hem hormon salgılar, hem de sindirim özsuları salgılar.

   Hormon sistemi ile sinir sisteminin bütünlüğünü “hipotala-

mus” sağlar. Yönetim mekanizması şöyledir;

 

                                                Tiroid bezi                Tiroksin, Kalsitonin

                                                 Böbrek üstü bezi               Adrenalin

Hipotalamus          Hipofiz             Pankreas                 İnsülin, Glukagon  

                                                 Eşey bezleri                 Eşey hormonları

 

1 — Hipofiz ve Epifiz bezleri: Hipotalamusun  altında bulu-

nurlar. Bu bezlerin salgıladığı hormonlar diğer bezlerin çalış-

masını kontrol eder. Salgıladığı hormonlarla büyümeyi, vücu-

dun su dengesini ve kan basıncını düzenler.

Örneğin büyüme çağında hipofizden büyüme hormonu(soma-

totropin=STH) ;

çok salgılanırsa devlik(=jigantizm),

az salgılanırsa cücelik ortaya çıkar.

Yetişkin insanda çok salgılanırsa akromegali ortaya çıkar.

 
 

7

 
 

 


2 — Tiroid : Boynumuzun tabanında, gırtlağın önünde “H”

harfine benzeyen bir bezdir. En önemli hormonu “tiroksin”  ve “kalsitonin” dir.

Tiroksin : Vücudumuzun metabolizma hızını düzenler, büyü-

me ve gelişmeyi etkiler.

Az çalışırsa; İnsanı zayıf, yorgun, üşüyen, ve kuru derili yapar.

Erken yaşlarda az çalışırsa, cücelik ve zeka geriliğine yol açar.

Fazla çalışırsa; terleme, kan basıncında(tansiyon) artma, kalp

atışının hızlanması ve sinirlilik ortaya çıkar.

   “iyot” olmazsa tiroksin yapılamaz. Bu durumda tiroid bezi

çok çalışır ve şişer buna ”guatr” hastalığı denir.

Kalsitonin : Kandaki kalsiyum miktarını düzenler.

 

3 — Böbrek üstü bezi (adrenal bez): Böbreklerin üzerinde bulunur iki tanedir.  Dış kabuk(kortex) ve iç(öz=medulla) kısmı

tamamen birbirinden farklı hormonlar salgılar. En önemli hor-

monu “adrenalin” dir.

Adrenalin (epinefrin):  “Korku ve heyecan hormonu” diye de

bilinir. Karbonhidrat(şeker) metabolizması ve kanın akış hızını

ayarlar. Korku, heyecan ve sevinç anında fazla salgılanır. So-

luk alıp verme, kalp atışı hızlanır, kan basıncı artar.

   Böbrek üstü bezinden salgılanan diğer hormonlar vücudun

su  ve mineral(tuz) dengesini kontrol ederek ayarlar.

 

4 — Pankreas : Kana hormon, sindirim kanalına sindirim en-

zimi salgılar. Bu nedenle sindirim sistemi organıdır. Salgıladığı

hormonlar kan şekerini düzenler. “insülin” ve “glukagon” ol-

mak üzere iki çeşit hormon salgılar.

İnsülin :  Pankreasın langhergans adacıklarının beta hücrele-

rinden salgılanır. Kandaki yüksek şekeri(glikoz) alarak vücutta

depolattırır. Böylece kan şekerini azaltır. İnsülin salgılanamazsa

kan şekeri çok artar, idrarda bile şekere rastlanır. Buna “şe-

ker hastalığı=diyabet” denir. Böyle hastalar dışardan devam-

lı insülin hormonu almak zorundadırlar.

   İnsülin hormonu yemekten hemen sonra çok salgılanır.

Glukagon :  Pankreasın langhergans adacıklarının alfa hücre-lerinden salgılanır. İnsülin hormonunun tam tersi yönde çalışır.

Vücutta depolanmış şekeri kana geçirerek kan şekerini artırır.

İki öğün arasında ve karnımız acıktığında çok salgılanır.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

 

Hastalık : Organizmayı oluşturan organların çalışma düzeni-

nin bozulmasına hastalık denir.

Hastalık nedenleri : Çok çeşitli olabilir. En önemlileri;

— Mikroplar

— Organların yapısında veya çalışmasındaki bozukluklar.

— Ruhsal bozukluklar

— Beslenme bozuklukları

— Aşırı sıcak – soğuk, aşırı yorgunluk, uyku bozuklukları

— Zehirlenmeler

— Parazit canlılar

— Kötü alışkanlıklar(sigara, alkol, uyuşturucu vb.)

 

Hastalıkların bulaşma yolları :

— Hasta insanlardan : Tifo, grip, verem

— Kandan : Sarılık(hepatit), AIDS

—  Topraktan : Tetanoz

— Hasta hayvanlardan : Kuduz, veba

— Doğrudan hava, su , eşya, böcek gibi etkilerle de bulaşır.

 

Vücudumuz hastalık etkenleriyle savaşır:

              Mikroplar           Vücudumuz

Mikroplar                                         Akyuvarlar yer ve sindirir

Toksinler                                          Antitoksin

Antijen                                              Antikor

Toksinler mikropların çıkardığı zehirli maddelerdir. Vücudu-muz bu zehiri etkisizleştiren antitoksin salgılar.

Vücudumuza zararlı olan tüm mikroplara ve yabancı madde-

1

 

için antikor salgılar. Bazı ak yuvarlar mikropları yiyerek sindi-

Metin Kutusu: Akademi Dershanesirir.

Kuluçka süresi : Mikrop vücuda girince hemen hastalık oluş-

turmaz. Çoğalıp hastalık oluşturması için belli bir süre geçer

bu süreye “kuluçka süresi” denir. Örneğin kuduzda kuluçka

süresi 40 - 60 gün iken, kızamıkta 10 -15 gün, tifoda 3 - 7 gündür. 

   Vücudumuzda deri, sindirim salgıları, göz yaşı gibi salgılar-

da mikroplara karşı vücudu koruyucu özelliktedir.

 

BAĞIŞIKLIK

Vücut bir hastalık etkeniyle ikinci kez karşılaştığında, ilk karşı-

laşmayı unutmaz. Hemen ona karşı antikor salgılayarak karşı

koyar. Böylece kısa sürede etkisiz hale getirir. Vücudun bu şe-

kilde mikroplara karşı kazandığı savunma gücüne “bağışık-lık” denir. Bağışıklık ikiye ayrılır:

 

BAĞIŞIKLIK

 

Doğal Bağışıklık           Sonradan Kazanılan Bağışıklık

Anneden çocuğa

geçen bağışıklıktır.    Aktif Bağışıklık           Pasif Bağışıklık

                                     — Hastalığı geçirme    — Serum

                                     —  Aşı uygulama

 

Doğal Bağışıklık : Çocuk, doğmadan önce annesinin kanın-dan aldığı bağışıklıkla doğar. İşte çocuğun annesinin kanın-

dan aldığı antikor nedeniyle kazandığı bağışıklığa doğal bağı-

şıklık denir.

 

Sonradan kazanılan bağışıklık:

 

Aktif Bağışıklık:

— Hastalığı geçirme : Hastalığı geçirirken vücutta oluşan an-

tikorlar aracılığıyla kazanılan bağışıklıktır.

 

— Aşı uygulama : Vücudun hastalanması beklenmeden, vü-

cut sağlıklıyken, vücuda insan eliyle zayıflatılmış veya öldürül-

müş mikroplar verilerek vücudun antikor oluşturması sağlanır.

Böylece vücuda ikinci kez mikrop girdiğinde yok edilir.

   Açık alanda kumla toprakla oynayan çocuklar, ev içinde ye-

tiştirilen çocuklardan daha az hastalanırlar. Çünkü açık alanda

vücuda giren çok çeşitli mikroplar hastalık yapamadan vücut tarafından yok edilerek antikor hazırlanır. Böylece bağışıklık

sağlanmış olur. Ev içinde yetişen çocuğun vücudu daha az

8

 

 

Pasif Bağışıklık:

Serum uygulama :  Vücuda bir mikrop girince vücut hemen

antikor oluşturamaz. Oluşturabilmesi için belli bir süre geçme-

si gerekir. İşte bu süre içinde vücudun geçici antikor ihtiyacını

karşılamak için serum uygulanır. Serumun içinde bol miktarda

antikor vardır. Vücut kendi antikorunu yapmaya başlayınca

serum verilmez. Serum hayvan kanından(at, sığır) elde edilir.

İçindeki antikoru artırmak için önce hayvana aşı uygulanır.

Sonra kanı alınır.

 

Aşı ile serum arasındaki farklar:

 

                 Aşı                                  Serum      

1- Sağlıklı insana uygulanır   1- Hastaya uygulanır

2- İçinde mikroplar vardır      2- İçinde antikorlar vardır

3- Korumaya yöneliktir             3- Tedaviye yöneliktir

4- Laboratuvarda elde edilir    4- Kandan elde edilir

5- Uzun süreli bağışıklık         5- Kısa süreli bağışıklık 

     sağlar                                         sağlar.

 

KONU İLE İLGİLİ  ÇIKMIŞ

SINAV SORULARI

 

1.     Aşağıdakilerden hangisi isteğimiz dışı olan hareket-

        lerdir? (1980-FL)

 

        A) Nefes alma                       B) Yemek yeme

        C) Düşünme                         D) Yürüme

 

 2.   İnsanın bir hastalığa karşı bağışıklık kazanması aşağı-

        daki yolların hangileri ile sağlanır?(1988-FL)

 

        1 —    Vücuda giren mikropların, vücut tarafından hastalık

                   yapmalarına fırsat verilmeden yok edilmesiyle

        2 —    Hastalanma sırasında serum kullanmakla

        3 —    Hastalanmadan önce aşı olmakla

        4 —    Aynı hastalığı daha önce geçirmekle

 

        A) 1 ve 3       B) 1, 2 ve 3        C) 2, 3 ve 4        D) 1, 2, 3, 4 

 

3.    Aşağıdakilerden hangileri, vücuttaki hayati faaliyetle-

       rin düzenlenmesinde etkilidir?(1990-FL)

 

       I.    Hormon

       II.   Vitamin

       III.  Madensel tuz

       IV.  Su

 

       A) I – III       B) II – IV       C) I – III – IV      D) I – II – III – IV

 

4.     Aşağıdakilerden hangisi bağışıklık kazandırır?

                                                                                   (1990-FL)

       I.  Aşı

       II. Serum

       III.Antibiyotik kullanma

       IV.Bazı hastalıkları geçirme

 

       A) I – III                                       B) I – II – III    

       C) I – II – IV                                D) I – II – III – IV

5.     Aşağıdakilerden hangisinin sonucunda kanda

       akyuvar sayısı artar? (1991-FL)

 

       A) Kanda CO2 miktarının artması

       B)   Kanda O2 miktarının artması

       C)  Vücuda mikropların girmesi

       D)  Kanda Fe miktarının azalması

 

 

6.    Aşağıdakilerden hangisi aşının özelliği  değildir?               

                                                                                (1992-FL)

 

       A)   Koruyucu özelliğe sahip olma

       B)   Hastalıktan önce yapılma

       C)  Antikorları yok etme

       D)  Bağışıklık sağlama

 

 

7.    Temiz ve güneşli havada toprakla oynayan çocuk, evde

       titizlikle bakılan çocuğa göre daha az hasta olur.

       Yukarıdaki bilgiye dayanarak “daha az hasta olan ço-

       cuk” için aşağıdakilerden hangisi kesinlikle doğru-

       dur? (1993-FL)

 

       A) Daha iyi beslenmiştir.

       B)   Bazı bağışıklıkları anneden getirmiştir.   

       C)  Mikroplara karşı yavaş yavaş bağışıklık kazanmıştır.

Metin Kutusu: Akademi Dershanesi       D)  Hastalık geçirerek bağışıklık kazanmıştır.

 

 

8.    I.    Bilgi saklama

       II.   Vücudun dengesini sağlama

        III. Duyu organlarını idare etme

 

       Yukarıdakilerden hangileri sadece beynin görevidir?

                                                                             (1995-FL/AÖL)

 

       A) Yalnız II        B) I – II      C) I – III       D) I – II – III

 

 

9.    Beyinciği zedelenen bir kuş için aşağıdakilerden han-

       gisi doğrudur? (1997-FL/AÖL)

 

       A) Uçamaz

       B) Hareket edemez

       C)  Yalpalayarak uçar

       D)  Hareketlerinde değişiklik olmaz

 

10.  Kalıtsal refleksler bütün insanlarda ortak ve doğuştan olup; şartlı refleksler ise sonradan elde edilen deneyimler-

       dir.

       Buna göre aşağıdakilerden hangisi şartlı refleksdir?

                                                                             (1998-LGS)

 

       A) Ani bir patlama sesi karşısında sıçrama

       B)   Bacağa iğne battığında aniden çekilmesi

       C)  Çocuğun yanan sobadan kendini sakınması

9

 

 

 

11.  Aşağıdakilerden hangisi insanda doğuştan gelen bir

        reflekstir? (1999-LGS)

 

       A) Daha önceden eli yanan çocuğun sıcak sobadan uzak-

             laşması

       B)   Günde üç öğün yemek yiyen bir insanın, öğün vakti

             geldiğinde açlık hissetmesi

       C)  Karanlık ortamdan aydınlık ortama aniden geçildiğinde

             gözlerin kısılması

       D)  Keman çalmayı unutmuş olan birinin bir süre sonra

             tekrar çalabilmesi

 

 

12.  Aşağıdakilerden hangisi, antikorların zararlı mikropla-

       ra karşı gösterdiği etkilerden biri değildir?(1989-DPY)

 

       A)   Zararlı bakterileri eriterek, zararsız hale getirirler.

       B)   Hastalık yapan mikropların, salgıladıkları toksinleri et-

             kisiz hale getirirler.

       C) Hastalık yapan bakterileri birbirine yapıştırarak vücuda

             dağılmalarını önlerler.

       D)  Karşılaştıkları mikropları uzantıları ile kuşatarak hücre

             içine alırlar.

 

 

13.  I.    Düşünülerek verilen kararlar

       II.   Düşünülerek yapılan hareketler

        III. Ani, olarak kendiliğinden yapılan hareketler

 

       Yukarıdakilerden hangileri beynin kontrolündedir?

                                                                                (1996-DPY)

 

       A) Yalnız I         B) I – II          C) II – III          D) I – II – III

 

 

14.  Aşağıdakilerden hangisi aşıda bulunur?(1997-DPY)

 

       I.    Zayıflatılmış mikrop

       II.   Antitoksin

       III.  Antikor

      

       A) Yalnız I         B) I – II          C) II – III          D) I – II – III

 

 

15.  I.    Omurilik

       II.   Sinirler

       III.  Beyin

 

       Yukarıdakilerden hangileri merkezi sinir sistemi orga-

       nıdır?(1995-ATEML)

 

       A) Yalnız II           B) I – II          C) I – III           D) I – II – III

 

 

16.  Aşağıdakilerden hangisi kandan elde edilir?

                                                                             (1996-ATEML)

 

       A)   Aşı                                      B) Serum

       C)  Glikoz                                 D) İnsülin

 

 

Metin Kutusu: Akademi Dershanesi17.  Sonradan kazanılan bağışıklık aşağıdakilerden hangi-

       si ile sağlanamaz ? (1997-ATEML)

 

       A)   Aşı

       B)   Serum

       C)  Bazı hastalıkları geçirme

       D)  Bebeğin anneden antikor alması

 

18.  Vücudumuzun denge organı hangisidir? (1999-ML)

 

       A)   Beyin                                  B) Beyincik

       C)  Omurilik                            D) Omurilik soğanı

 

 

19.  Aydınlıktan karanlığa geçince göz bebeklerimizin büyü-

       mesi kalıtsal reflekstir.

 

       Buna göre, aşağıdakilerden hangisi kalıtsal refleks

       özelliğidir? (1998-ÖO)

 

       A)   Her insanda olması

       B)   Sonradan kazanılması

       C) Zamanla kaybolması

       D) Belli bir yaştan sonra ortaya çıkması

 

 

KONU TESTİ

 

1.    Öğrenmeye dayalı işlevleri gerçekleştiremeyen bir

        insanda sinir sisteminin hangi kısmı görev yapmı-

       yordur?

 

       A) Beyin                                 B) Omurilik soğanı

       C) Beyincik                            D) Omurilik

 

 

 

2.    Merkezi sinir sisteminin hangi kısmı vücudun denge-

       sini düzenler?

 

       A) Beyin                                 B) Omurilik soğanı

       C) Beyincik                            D) Omurilik

 

 

3.    Düşünmeden ani yapılan hareketler sinir sisteminin

       hangi kısmı tarafından denetlenir?

 

       A) Beyin                                 B) Omurilik soğanı

       C) Beyincik                            D) Omurilik

 

 

4.    Karaciğerin şeker ayarlaması yapmasını ya da kalbin

       daha hızlı çalışmasını sinir siteminin hangi kısmı yö-

       netir?

 

       A) Beyin                                 B) Omurilik soğanı

       C) Beyincik                            D) Omurilik

 
 

10

 
 

 


5.    Aşağıdaki hastalık mikroplarından hangisi sinir sis-

       temine yerleşerek, tahribata neden olur?

 

       A) Tifo                               B) Kızamık

       C)  Kabakulak                     D) Kuduz

 

 

6.     I.      Hipofiz ve epifiz hormonları

        II.     Tiroid hormonları

        III.    Böbrek üstü bezi hormonları

        IV.    Pankreas hormonları

 

       Yukarıdaki hormonlardan hangileri gelişme çağında

       yetersiz salgılanırsa cüceliğe neden olur?

 

       A) I – II             B) II – III          C) II – IV          D) I – II – IV

 

 

7.    Şeker hastalığına hangi bezin yeterli çalışmaması ne-

       den olur?

 

       A) Pankreas                                B) Tiroid

       B) Böbrek üstü bezi                  D) Hipofiz

 

 

8.    İyot eksikliği, çocuklarda zekâ geriliğine neden olmak-

       tadır. Bunu önlemek için piyasada satılan tuzlara iyot

       eklenmektedir. İyot aşağıdaki hormonlardan hangisi-

       nin sentezlenmesi için gereklidir?

 

       A) Böbrek üstü bezinin salgıladığı adrenalin

       B) Tiroidin salgıladığı tiroksinin

       C) Pankreasın salgıladığı insülinin

       D) Pankreasın salgıladığı glukagonun

 

 

9.    Kan şekeri sürekli yüksek olan, idrarında anormal ola-

       rak şekere rastlanan bir insanda aşağıdaki hormon-

       lardan hangisi yetersiz salgılanmaktadır?

 

       A) Glukagon                                   B) Tiroksin

       C) İnsülin                                       D) Adrenalin

 

 

10.   I.      Aşılanmış

        II.     Aşılanmamış

        III.    Hastalığı geçirmiş

 

       Yukarıdakilerden hangileri olursa, vücuda mikrop

       girdiğinde antikor üretimi hemen başlar?

 

       A) I ve II      B) II ve III        C) I ve III         D) I, II ve III

 

 

11.  Aşağıdakilerden hangisi kısa süreli bağışıklık sağlar?

 

       A) Hastalığı geçirme               B) Aşı olma

       B) Serum uygulama               D) Hastalığı geçirememe

 

 

Metin Kutusu: Akademi DershanesiCANLILARIN   ÇEŞİTLİLİĞİ

 

Omurga : Baştan kuyruğa kadar uzanan, omur denilen kısa

kemiklerden oluşan iskelet bölümüne “omurga” denir.

       Omurgası olan hayvanlara “omurgalı”, omurgası olma-

yan hayvanlara da “omurgasız” hayvanlar denir.

 

OMURGALI HAYVANLAR

       
   
 
 

 

 


1-Memeliler   2-Kuşlar   3-Sürüngenler 4-Kurbağalar   5-Balıklar

                             OMURGASIZ HAYVANLAR

       
 
   
 
 

 

 


  Bir Hücreli omurgasızlar                   Çok hücreli omurgasızlar

1— Kök bacaklılar(Amip)                     1— Süngerler

2— Kamçılılar(Öglena)                        2— Selentereler

3— Sporlular(Sıtma Plazmodyumu)    3— Solucanlar

4— Haşlamlılar(Terliksi hayvan)           4— Derisi Dikenliler

                                                           5— Yumuşakçalar

                                                           6 — Eklem Bacaklılar

BİR  HÜCRELİ  OMURGASIZ  HAYVANLAR

Bir hücrelilerin hepsi sularda yaşarlar.

 

AMİPLER

Örnek        : Amip

Özellikleri:

—   Vücudun belli bir şekli yoktur.

—   Beslenme ve hareketleri yalancı ayaklarla olur.

—   Eşeysiz olarak bölünmeyle çoğalırlar

 

ÖGLENA

Örnek        : Kamçılı hayvan

Özellikleri  :

—   Kloroplastları vardır. Fotosentez yaparlar.

—   Işığa duyarlı göz lekeleri vardır.

—   Kamçıyla yüzerek hareket ederler.

—   Eşeysiz olarak bölünmeyle çoğalırlar.

—   Hem bitki hem de hayvan özelliği gösterirler.

 

SPORLULAR

Örnek           : Sıtma Plazmodyumu

Özellikleri     :

—   Hepsi parazittir

—   Hareket organelleri yoktur.

—   Eşeysiz olarak sporlanarak çoğalırlar

—   Sıtma plazmodyumu “anofel” denilen sivrisineklerin tük-

       rük bezinde yaşar. Sivrisineğin insan kanını emmesiyle

       insana bulaşır. İnsanda “sıtma hastalığı” nı yaparlar.

       Sıtma hastalığı “kinin” denilen ilaçla tedavi edilir.

 

HAŞLAMLILAR

Örnek        : Terliksi hayvan (paramezyum)

Özellikleri  :

—   Hareketleri kirpiklerle(ince titrek tüyler) olur.

11

 

—   Besinlerini ağızla alırlar.

—   Boşaltım kontraktil kofullarla olur.

—   Bir hücrelilerin en gelişmiş örneğidir.

ÇOK  HÜCRELİ  OMURGASIZ  HAYVANLAR

 

SÜNGERLER

Örnek        : Sünger

Özellikleri  :

—   Çok hücreli omurgasızların en basit yapılı(ilkel) grubudur.

—   Denizde yaşarlar.

—   Sinir sistemleri yoktur.

—   Hareket edemezler, bulundukları yere bağlı yaşarlar.

—   Eşeysiz olarak tomurcuklanmayla çoğalırlar.

 

SELENTERELER

Örnek        : Hidralar, mercanlar, deniz anaları(medüz)

Özellikleri  :

—   Denizlerde yaşarlar

—   Eşeysiz olarak tomurcuklanmayla çoğalırlar.

 

SOLUCANLAR

Üç grupta incelenirler;

A)   Yassı solucanlar

B)   Yuvarlak solucanlar

C)   Halkalı solucanlar

A) YASSI SOLUCANLAR (tenyalar)

Örnek        : Sığır tenyası, domuz tenyası, köpek tenyası, balık

                     tenyası

Özellikleri :    

—   Hepsi parazittir.

—   İnsan ve omurgalı hayvanların bağırsak boşluğunda

       yaşarlar.

—   Vücutları baş, boyun ve yassı halkalı gövdeden oluşur.

—   Baş kısımlarında tutunmaya yarayan vantuz veya çen-

       geller bulunur.

—   Gövdeyi oluşturan bölmelerde çok sayıda yumurta vardır.

       Gövdeyi oluşturan bölmelerde erkek ve dişi organları var-

       dır. Eşeyli çoğalırlar.

—   Sindirim sistemleri gelişmemiştir. Bağırsaktaki sindirilmiş

       hazır besinleri tüm vücut yüzeyleriyle emerek alırlar.

       Yani ağızları yoktur.

 

Ana konak neye denir?

Tenyanın asıl ergininin yaşadığı canlıya “ana konak” denir.

 

Ara konak neye denir?

Tenyanın yumurtadan çıkan keseli kurdunun yaşadığı canlıya

“ara konak” denir.

Keseli Kurt (sisterkus) neye denir?

Yumurtadan yeni çıkan tenyaların etrafında içi su dolu bir kese

oluşur. Tenyanın bu haline “keseli kurt” denir.

 

SIĞIR ve DOMUZ TENYASI

Ergini insan bağırsağında yaşadığından ana konağı insandır.

Sindirim artıklarının dışarı atılmasıyla, tenya yumurtaları otlara bulaşarak sığıra ya da domuza geçer. Yumurtalar sindirim yo-luyla kana ve kaslara(et) geçer. Kasların arasına girerek keseli

kurt oluşturur. Bu nedenle ara konağı sığır ya da domuzdur. Sığırın etini pişirmeden yiyince tekrar insana geçer.

       Sığır tenyasının boyu 6-8 m kadardır. Sığır tenyasınının

baş kısmında sadece vantuzlar vardır. Domuz tenyasında

vantuzdan başka tutunmayı sağlayan çengeller vardır. Bu ne-

den le domuz tenyasına “silahlı tenya” denir.

Korunma : Veteriner kontrolünden geçmemiş etler yenmeme-

lidir. Etler iyice pişirilmeden çiğ olarak tüketilmemelidir.

 

KÖPEK TENYASI

Ergini köpeğin bağırsağında yaşar. Bu nedenle ana konak kö-

pektir. (köpek, kurt, çakal, kedi ana konak olabilir)

Hayvanın dışkısıyla dışarı atılan yumurtalar. Hayvanın tüyü ile

ya da severken elimize bulaşarak(kirli el ile) sonuçta ağız yolu ile insana bulaşır. Köpek tenyasının yumurtaları insanın vücu-

dunda açılır. Keseli kurdu insanın akciğer, beyin, karaciğer

gibi organlarına yerleşir. Ara konak insandır. Organlara yerle-

şen keseli kurt bir çocuk başı kadar büyüyebilir. Yerleştiği or-

ganı zedeleyerek ölüme neden olabilir.

Korunma : Evimizde beslediğimiz kedi ve köpek gibi hayvan-

lara çiğ et yedirilmemeli. Sağlık kontrolleri yaptırılmalıdır.

Yem ek yemeden önce elimizi sabunla ve bol suyla yıkamalıyız

 
 
 


                                Ana Konak(ergin)    Ara konak(keseli kurt)

Sığır tenyası          İnsan Bağırsağı        Sığırın kasları

Domuz tenyası      İnsan Bağırsağı        Domuzun kasları

Köpek tenyası       Köpeğin bağırsağı    İnsanın iç organları

B) YUVARLAK SOLUCANLAR

Metin Kutusu: Akademi DershanesiÖrnek        : Askaris (bağırsak solucanı), Kancalı kurt, Trişin,

                     DOĞADA GÖRDÜĞÜMÜZ CANLI ÇEŞİTLERİ


Doğada milyonlarca canlı türü vardır. Bu canlıların bir bölümü karada bir bölümü deniz ve tatlı sularda yaşar. Canlılar dünyası bitkiler ve hayvanlar olmak üzere iki büyük gruptan meydana gelmiştir. İnsanlar çevresindeki canlı varlıklardan yararlanabilmek için onları incelemek ve araştırmak gereği duymuştur. Bu nedenle hayvanlar ve bitkiler dünyası insanlar için bir araştırma konusu olmuştur. Televizyonlarda izlediğimiz bazı belgesel filmler , hayvanlar ve bitkiler dünyasıyla ilgilidir.



HAYVANLAR
Çevremizde gördüğümüz canlıların en büyük grubunu hayvanlar oluşturur. Hayvanların yaşadığı ortamlar ve dış görünüşleri birbirinden farklı bile olsa hücre yapıları aynıdır. Koyun , keçi , kedi , köpek , at , eşek gibi hayvanlar çiftliklerde yetiştirilebilen ve yaşantımızda yararlandığımız hayvanlardandır. Bunların dışında ayrıca kurt , aslan , çakal , kaplan , tilki gibi ormanlarda yaşayan hayvanlar da vardır. Hayvanlar besinlerini hazır olarak alır. Beslenme şekillerine göre hayvanlar otla , etle ya da hem ot hem etle beslenen hayvanlar olmak üzere gruplandırılabilir. Hayvanların yaşam ortamları da birbirinden farklıdır. Kara ve su hayvanların yaşam ortamlarıdır. Ancak bazı hayvanlar hem karada hem de suda yaşayabilir.



BİTKİLER
Canlılar dünyasının ikinci büyük grubunu bitkiler oluşturur. Bitkilerin bir bölümü karada bir bölümü ise suda yaşar. Karada yaşayan bitkilere çeşitli ağaçları ( çam , köknar , ladin , kavak gibi ) örnek verebiliriz.

Nilüfer , su yosunu , kamışlar da suda yaşayan bitkilere örnektir. Bitkilerin çoğu besinlerini kendisi yapar. Hayvanlar gibi hazır olarak almazlar. Evlerimizde saksılarda yetiştirilen sardunya , begonya , menekşe gibi çeşitli süs bitkiler de vardır.



CANLILARI GRUPLANDIRALIM


Önceki dersimizde çevremizdeki canlı varlıkları incelemiş ve canlı varlıkların insanlar için bir merak konusu olduğunu öğrenmiştik. Çeşitli ortamlarda yaşayan canlı varlıklar arasında bazı benzerlikler olduğu gibi farklılıklar da vardır. Canlıların çok ve çeşitli oluşu , bilim adamlarının onları incelemesini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle canlı varlıkları daha iyi inceleyebilmek ve onlar hakkında ayrıntılı bilgiler edinebilmek için bu varlıkların benzer özelliklerine göre kümelere ayrılması gereği ortala çıkmıştır. Canlıların benzer özelliklerine göre kümelere ayrılmasına “ gruplandırma ” adı verilir. Canlıların gruplandırılması onların incelenmesini kolaylaştırır. İlk yapılan gruplandırma canlıların dış görünüşlerine bakılarak yapılmıştır. Fakat daha sonraları bu gruplandırmanın doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. Daha sonra yapılan gruplandırmalar canlıların dış görünüşlerine değil , aralarındaki akrabalık ilişkilerine göre yapılmıştır. Canlıların gruplandırılmasıyla ilgili çalışmalar yapan bilim dalına “ sistematik ” denir. Bu bilim dalına göre canlılar beş temel guruba ayrılır.





1. Bakteriler

2. Protistalar ( bir hücreli canlılar )

3. Mantarlar

4. Bitkiler

5. Hayvanlar



Bu gruplarda yer alan canlı varlıkların hiç birine benzemeyen virüsler ise ayrı bir grup olarak incelenir.

Bu canlı varlıklarla ilgili ayrıntılı bilgileri ünitemizin ilerleyen günlerinde alacağız.







VİRÜS , BAKTERİ , PROTİSTA ve MANTARLARLA TANIŞALIM

VİRÜSLER :


Virüsler bilinen en küçük canlıdır. Çok küçük oldukları için ancak elektron mikroskobu adı verilen özel bir mikroskopta görülebilir. Okullarda kullanılan mikroskoplarla görülmeleri mümkün değildir. Virüsler ancak canlı vücudunda yaşayabilirler. Girdikleri canlının hücrelerine yerleşerek burada çoğalırlar. Virüslerin en önemli özelliklerinden biri de pek çok hastalığa sebep olmasıdır. Virüsler sadece insanlarda değil pek çok canlıda hastalıklara neden olur. Virüsler insan , hayvan ve bitki hücrelerinde çoğalırlar. Kuduz , grip , suçiceği , kızamık , AIDS , şap gibi pek çok hastalığın sebebi virüslerdir.



BAKTERİLER :


Açıkta bırakılan sebze ve meyveler çürür. Et kokar , yoğurt ve süt ekşir. Ekmek küflenir. Bütün bu olaylar günlük yaşantımızda rastladığımız olaylardır. Zaman zaman yiyeceklerimizde gördüğümüz bu değişikliklerin nedeni gözle göremediğimiz küçük canlılardır. Bu canlılara bakteri adı verilir.

Bakteriler virüslere göre daha büyüktür. Bu nedenle mikroskopta kolaylıkla görülebilirler. Bakterilerin oldukça geniş bir yaşam alanı vardır. Toprakta , havada , suda , toprak altında , insan vücudunda yaşayabilir. Bakteriler değişik şekillerde olabilir. Örneğin bazı bakteriler çubuk , bazıları küre , bazıları kıvrımlı , bazıları ise virgüle benzeyen şekildedirler.

Faydalı bakteriler olduğu gibi zararlı bakteriler de vardır. Örneğin sütün mayalanıp yoğurt yada peynire dönüşmesi bakteriler sayesindedir. Aynı şekilde üzümden sirke oluşmasını da bakteriler sağlar. Toprakta yaşayan bazı bakteriler hayvan ve bitki artıklarının çürümesini sağlar. Bakterilerin bu yararlarının yanında zararlı bakteriler de vardır. İnsan vücudunda yaşayan bazı bakteriler zararlıdır. Kolera , tifüs , verem , tifo gibi hastalıklara bakteriler neden olur. Bakteriler besinlerin üzerine yerleşerek onların zamanla bozulmasına yol açar. Bu bozuk besinleri kullananlar zehirlenir. Hayatı tehlikeye girer.


PROTİSTALAR ( BİR HÜCRELİ CANLILAR )


Protistalar küçük su birikintileri , nemli topraklar , hayvanların vücut sıvıları gibi çok farklı ortamlarda yaşayabilen ve ancak mikroskopla görülebilen bir hücreli canlılardır. Bu canlıların tüm hayati olayları bir hücre içinde geçmektedir. Bu canlılar hem bitkisel hem de hayvansal özellikler taşır.

Terliksi hayvan , amip , öglena , çan hayvanı , algler protistalar grubundaki canlılara örnektir. Bu canlılar genelde kirli birikinti sularda yaşadıklarından , bu tür suları kullanmak sağlığımız açısından zararlıdır. Çünkü bu ortamlarda yaşayan canlılar birçok hastalıklara neden olmaktadır. Bir hücreli canlılar bölünerek çoğalır. Bir hücreli canlıların bir bölümü besinlerini kendileri yapar , bir bölümü ise bulundukları ortamdan hazır olarak alırlar.



Algler : Kök , gövde ve yaprağı bulunmayan bitkisel canlıdır.

Amip : Hayvansal canlıdır. Hareket eder.

Terliksi Hayvan : Hayvansal canlıdır. Titrek tüyleri sayesinde hareket eder

Öglena : Hem bitki hem de hayvan özelliği gösterir.



MANTARLAR


Daha önceki derslerimizde açıkta kalan besinlerin kokuştuğunu , nemli ortamlarda kalan meyvelerin çürüdüğünü öğrenmiştik. Ekmek , salça , zeytin ve reçel gibi besinlerin üzerinde zamanla beyazımsı bir tabaka oluşur. Besinlerimizin bu şekilde bozulup çürümesine yol açan küf mantarlarıdır. Küf mantarları tahıl , meyve ve sebzelerin üzerinde yaşar. Genelde nemli ve ılık ortamlarda bulunur.

İnsanlarda birçok hastalığa neden olan mantarlar da vardır. Bunların başlıcaları el ve ayaklarda kaşıntıya neden olur. Bundan dolayı başkalarına ait havlu , çamaşır vb. giysiler kullanılmamalıdır. Ayrıca tahıllarda ve asmalarda ( üzüm bitkisi ) türlü hastalıklar oluşturan mantarlarda vardır. Bu tip mantarlar bitkilere zarar verir gelişmesine engel olur. Tarım bitkilerine bulaşan bu mantarlar çeşitli zirai ( tarımsal ) ilaçlarla yok edilmeye çalışılır.

Bazı mantarların yararları da vardır. Örneğin peynir küfünden “ penisilin ” adı verilen bir tür ilaç yapılmaktadır.

Mantarlar kök , gövde ve yaprakları olmayan canlıdır. Klorofilleri bulunmadığı için fotosentez yapamazlar. Bu nedenle hazır besinlerle yaşamlarını sürdürürler. Bazen çürümüş bitki ve hayvan artıkları üzerinde , bazen de canlılar üzerinde parazit olarak yaşarlar.

Doğada özellikle ormanlık alanlarda değişik türde şapkalı mantarlara rastlamak mümkündür. Bu tür mantarların birçoğu zehirli olabilir. Bu nedenle bu tür mantarların besin maddesi olarak tüketilmesi son derece tehlikelidir. Şapkalı mantarların bir bölümü kültür mantarı olarak insanlar tarafından bahçelerde yetiştirilmektedir. Bunlar zehirli değildir. Besin madde olarak kullanılabilir.



BİTKİLERİ DAHA İYİ TANIYALIM
Çevremizde çok sayıda değişik bitkiler bulunur. Bu bitkilerin birbirine benzeyen yanları olduğu gibi farklı tarafları da vardır. Bitkileri bu özelliklerine göre gruplandırabiliriz. Bitkiler üreme biçimlerine göre çiçekli ve çiçeksiz bitkiler olmak üzere ikiye ayrılır.



ÇİÇEKSİZ BİTKİLERİ NERELERDE BULABİLİRİZ ?
Çevremizde yaşayan bitkilerin bir bölümü çiçeksizdir. Çiçek bitkilerin üreme organıdır. Çiçeksiz bitkilerde üreme organı ( çiçek ) bulunmaz. Bunlar tohumsuz bitkilerdir. Çiçek ve tohumu bulunmayan bitkilere çiçeksiz bitkiler adı verilir. Kara yosunları , su yosunları , eğrelti otu çiçeksiz bitkilere örnektir.



Su Yosunları :

Nemli ortamlarda , denizlerde ve tatlı sularda yaşar. Su yosunları hücrelerinde klorofil bulunur. Bu sayede kendi besinlerini kendileri yapar. Su yosunlarının kök , gövde ve yaprakları yoktur. Su yosunları genelde mavi , yeşil renkte olurlar.



Kara Yosunları :

Nemli topraklarda , taş aralıklarında , ağaç kabuklarında ve havuz kenarlarında yetişir. Kara yosunlarında gövde ve yapraklar bulunur. Gövdeleri incedir. Gövde üzerinde yeşil yapraklar bulunur. Kara yosunları bulundukları yüzeyi kadife gibi kaplar.



Eğrelti Otları :

Çiçeksiz bitkilerin en gelişmişidir. Eğrelti otlarında kök , gövde ve yapraklar bulunur. Eğrelti otları ormanlarda , ağaç diplerinde , nemli yerlerde ve dere kenarlarında yetişir. Boyları genelde 40 – 100 cm arasında değişir. Toprak üzerinde geniş ve yeşil renkli yaprakları vardır.



DOĞANIN SÜSÜ ÇİÇEKLİ BİTKİLER


Yeryüzünde birlerce bitki türü vardır. Bitkilerin en gelişmiş türü çiçekli bitkilerdir. Çiçekli bitkilerin en önemli ortak özelliği çiçek ve tohum oluşturmasıdır.



Çiçekli Bitkilerde Hangi Bölümler Var ?
Çiçekli bitkilerde ; kök , gövde , yaprak ve çiçek gibi bölümler vardır.



Kök :

Bitkinin toprak içindeki bölümüdür. Bitkiyi toprağa bağlar. Bitkiler besin yapabilmek için gerekli olan maddeleri kökleri yardımıyla topraktan alır. Bazı bitkilerde kök, besin biriktirme görevi de yapar.

Bitki köklerinin uçları yakından incelendiğinde incecik tüyler görülür. Bu tüyler bitkinin topraktan besin maddeleri almasını sağlar. Bitki kökleri görünüş olarak farklı biçimlerde olabilir. Başlıca bitki kökleri ; kazık kök , saçak kök ve depo kök alarak gruplandırılabilir.



Kazık Kök :

Köklerden biri çok gelişmiş ve uzamıştır. Ana köke bağlı diğer kökler ince ve zayıftır. Domates , biber , fasulye ve ağaçların kökleri kazık kök biçimindedir.



Saçak Kök :

Ana kök yerine yan kökler gelişmiştir. Bu yan kökler püskül biçimde toprağa yayılır. Çayırlarda yetişen otlar ,

buğday , arpa , mısır , soğan gibi bitkilerin kökleri saçak köktür.



Depo Kök :

Kimi bitkilerin kökleri besin biriktirir. Şeker pancarı , havuç , turp gibi bitkilerin kökleri depo köktür.



GÖVDE
Bitkilerin genellikle toprak üstünde gelişen bölümüdür. Gövde, bitkinin yaprak ve çiçek gibi organlarını taşır. Gövde , kök yardımıyla topraktan alınan su ve madensel maddeleri yapraklara iletir. Çevremizdeki bitkileri dikkatle incelediğimizde bitkilerin gövdelerinde bazı farklılıkların olduğunu görürüz.

Bazı bitkilerin gövdeleri ince ve zayıftır. Bu tür gövdelere “ otsu gövde ” adı verilir. Arpa , buğday gibi bitkiler ile sebzelerin gövdeleri otsu gövdedir.

Uzun ömürlü ağaçların gövdeleri sert ve kalındır. Çok dayanıklı olan bu gövdeleri “ odunsu gövde ” adı verilir. Odunsu gövdelerin dış yüzü bir kabukla kaplıdır. Elma , armut , kavak gibi ağaçlar odunsu gövdelidir.

Karpuz , kavun , kabak , salatalık gibi bitkilerin gövdeleri zayıf ve incedir. Bu tür bitkilerin gövdeleri , meyvelerini taşıyamadığı için yeryüzüne paralel olarak gelişir. Bu tür gövdelere “ sürünücü ” gövde adı verilir.

Sarmaşık , fasulye gibi bitkilerin gövdeleri çok uzun ve zayıftır. Bu bitkilerin gövdeleri yakınlarındaki bir ağaca yada duvara sarılarak yükselir. Bu tür gövdeleri “sarılıcı ” gövde adı verilir.

Patates ve yerelması gibi bitkilerde gövdenin bir bölümü toprak altındadır. Gövdenin bu bölümü besin depo eder. Böyle gövdelere depo gövde adı verilir.



YAPRAK
Bitkilerin gövde ve dallarına bağlı genellikle yeşil renkteki bölümlere “ yaprak ” adı verilir. Yapraklar gövde üzerinde sıralanmıştır. Genel olarak yaprak ; yaprak kını , yaprak sapı , yaprak ayası ve yaprak damarlarından oluşur. Yaprak sapı ile dala bağlanır. Yaprak hücrelerinde bulanan klorofil maddesi yaprağa yeşil rengi verir. Bitkilerde yaprağın ; solunum , terleme ve besin hazırlama gibi görevleri vardır. Yeşil bitkiler topraktan kökleri yardımıyla su ve madensel maddeler alır. Bu maddeler , havada bulunan karbondioksit gazı , güneş ışığı ve klorofil yardımıyla yapraklarda besine dönüşür. Bu olaya

“ fotosentez ” adı verilir.

Türlü yaprak biçimleri vardır. Bazı bitkilerin yaprakları ince şerit şeklinde , bazılarının ince ve uzun iğne şeklinde bazılarının ise geniştir. Yaprakların kenarları ayrıca düz ya da girinti çıkıntılı olabilir.



ÇİÇEK


Çiçekli bitkilerin üreme organı çiçektir. Çiçek ; çanak yaprak , taç yaprak , erkek organ ve dişi organ olmak üzere dört bölümden meydana gelir. Çanak yaprak genellikle yeşil renkte olup , çiçeği dış etkilere karşı korur. Taç yaprak değişik renk ve kokudadır. Yaydığı kokularda böcek ve arıları kendine çeker. Bu olay çiçekli bitkilerin üremesini kolaylaştırır.

Erkek organ başçık ve sap olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Başçık kısmında “ polen ” adı verilen çiçek tozları bulunur.

Dişi organ çiçeğin ortasında yer alır. Vazoya benzer. Dişi organ ; dişicik tepesi , dişicik borusu ve yumurtalık olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Yumurtalıkta ; dişi üreme hücresi , yumurta ve tohum taslağı bulunur.




BİTKİLERİN DOĞAYA SUNDUĞU TOHUM VE MEYVE


Bir çiçekte erken organda bulunan çiçek tozları ( polenler ) olgunlaştığı zaman çatlar ve çevreye yayılır. Polenler rüzgar , su , böcekler ve kuşlar sayesinde başka bir çiçeğin dişi organına taşınır. Bu olaya “ tozlaşma ” adı verilir.

Çiçekli bitkilerde üreme, yumurtalıktaki dişi üreme hücresinin polendeki erkek üreme hücresiyle birleşmesi sonucunda gerçekleşir. Polenlerde bulunan erkek üreme hücresi , dişicik borusundan aşağıya iner. Aşağı inen erkek üreme hücresi yumurtalıktaki dişi üreme hücresiyle birleşir. Bu olaya “ döllenme ” adı verilir. Döllenme sonunda tek bir hücre oluşur. Bu hücre bölünerek çoğalır ve tohumu meydana getirir. Tohumun içinde bitki taslağı ve besin bulunur. Döllenmeden sonra bitki taslağı gelişerek meyveyi oluşturur. Tohumlar meyvenin içinde bulunur. Tohum bir bitkinin neslinin devamını sağlar.



BİTKİLERİN İNSAN YAŞAMINDAKİ ÖNEMİ


İnsanlar bitkilerin kök , gövde , yaprak , çiçek , meyve ve tohumlarından yararlanır.

Buğday , arpa , yulaf , pirinç , mısır gibi bitkilere tahıl adı verilir. Bunlar insanlar için önemli bir besin kaynağıdır.

Nohut , bakla , mercimek , bezelye , fasulye gibi bitkilere baklagiller adı verilir. Bu bitkilerin tohumlarını besin olarak kullanırız.

Soğan , lahana , domates , biber , salatalık , gibi bitkilere sebze adı verilir. Patates , havuç , turp , yerelması gibi bitkilerin kök ve gövdelerinden besin maddesi olarak yararlanırız.

Elma , armut , incir , portakal , limon , şeftali , muz gibi bitkileri meyve olarak yeriz. Sanayide kullanılan bitkiler de vardır. Ayçiçeği , soya fasulyesi ve pamuk tohumlarından yağ elde edilir. Zeytinden de zeytinyağı elde edilmektedir.

Çay , kahve , ıhlamur , nane , kekik , tarçın , papatya gibi bitkilerin yaprak ve tohumları içecek olarak kullanılır.

Şekerpancarı ve şeker kamışından şeker elde edilir. Menekşe , lale , gül , papatya gibi süs bitkileri park ve bahçelerde yetiştirilir. Bu bitkiler çevremizin güzellik kaynağıdır.

Ayrıca çam , ceviz , meşe , gürgen , gibi pek çok odunsu gövdeli ağaçtan kereste elde edilir.



İKLİMİN ve YETİŞME ORTAMININ BİTKİLERE ETKİSİ


Bitkilerin büyüme , gelişme , çoğalma ve ürün verme gibi özellikleri iklim ile doğrudan ilgilidir. Bitkiler yaşadıkları ortama uyum sağlar. Bitkiler bulundukları ortamın nem , sıcaklık ve toprak yapısına uygun kök, gövde ve yaprak geliştirmişlerdir. Örneğin bir çöl bitkisi olan kaktüslerin ortamın aşırı sıcaklığından etkilenmemeleri için yaprakları küçülmüş ve gövdeleri su depo edecek şekilde değişikliğe uğramıştır.

İlkbaharda ağaç ve çiçekler büyümeye başlar. Tomurcuklar açar , yapraklar oluşur. Büyüyen ve gelişen bitki , yaz mevsimi boyunca tohum oluşturur. Ağaçların çoğu sonbaharda yapraklarını döker. Kışa girerken bitkilerde büyüme durur.

Yağış almayan yerlerde yetişen bitkilerin yaprakları iğne gibidir. Bu bitkilerin kökleri yeraltındaki suyu alabilmek için toprağın derinlerine iner. Gövdeleri dik yükselir. Su kaybını önlemek için gövdeleri kalın kabukla kaplıdır.

Yağışı bol olan nemli yerlerde ve su kenarlarında yetişen bitkilerin yaprakları geniştir. Bu bitkilerin çoğunluğu otsu gövdeli olur. Kökleri saçaklıdır.



HAYVANLARI DAHA İYİ TANIYALIM


HAYVANLARI NASIL GURUPLARIZ ?



Çevremizde yaşayan hayvanlar vücut yapılarına göre omurgalı hayvanlar ve omurgasız hayvanlar olmak üzere iki bölümü ayrılır. Omurgalı hayvanların vücutlarında kıkırdak doku ve kemiklerden oluşan iskelet sistemi vardır. Omurga iskeletin bir bölümüdür. İskeletin bütün bölümleri omurgaya bağlıdır.



OMURGASIZ HAYVANLARA ÖRNEKLER VERELİM


Omurgasız hayvanların kıkırdak ve kemiklerden oluşan iskeletleri yoktur. Bazı omurgasız hayvanların vücutlarında iskelet görevi gören değişik yapılar vardır. Örneğin yengeçlerde bulunan sert kabuk ve böceklerdeki kitin adı verilen örtü iskelet görevi yapar.

Omurgasız hayvanların bir bölümü karada bir bölümü suda yaşar. Karada yaşayan omurgasız hayvanların akciğerleri yoktur. Bu hayvanlar trake solunumu yada deri solunumu yaparlar. Suda yaşayan omurgasız hayvanlar ise solungaçlarıyla solunum yapar.

Omurgasız hayvanlar yumurta ile çoğalır. Çekirge , örümcek , kelebek , hamam böceği , sivrisinek çevremizde gördüğümüz omurgasız hayvanlardır. Ahtapot , yengeç , istakoz , midye , deniz kestanesi , denizyıldızı , sünger , denizanası ve mercanlar suda yaşayan omurgasız hayvanlara örnektir. İnsanların çevrelerinde sık karşılaştıkları omurgasız hayvanlar eklem bacaklılar ve solucanlardır.

Yengeç , istakoz , akrep , örümcek , kırkayak , arı , karınca ve kelebekler eklem bacaklılar olarak adlandırılır. Eklem bacaklı hayvanlar kanatları ve eklem bacaklarıyla hızlı biçimde hareket ederler. Eklem bacaklı hayvanlar yumurta ile çoğalır.

Eklem bacaklılardan karasinekler ve sivrisinekler insanlara pek çok hastalık bulaştırabilirler. Genelde pis ortamlarda bulunan ve çoğalan bu canlılardan karasinekler insanlara tifo , kolera ve dizanteri gibi hastalıkların mikroplarını taşır.

Sivrisinekler ise sıtma adı verilen bir hastalığı sebep olan mikropları insanlara bulaştırabilir.

Diğer bir eklem bacaklı hayvan olan arı insanlara faydalı bir hayvandır. Arıların ürettiği bir salgı olan bal önemli bir besin kaynağıdır.

Nemli yerlerde ve sularda yaşan solucanlar da sık karşılaştığımız omurgasız hayvanlardandır. Genelde toprak altında yaşayan toprak solucanı , toprak altındaki bitki ve hayvan artıklarıyla beslenir. İnsanlar için zararlı olan solucanlar da vardır. Bunlar insan vücudunda asalak olarak yaşar.



OMURGALI HAYVANLARA ÖRNEKLER VERELİM

Vücutlarında kemik ya da kıkırdaktan yapılmış omurgası bulunan hayvanlara omurgalı hayvanlar denir. Omurgalı hayvanlar ; balıklar , kurbağalar , sürüngenler , kuşlar ve memeliler olmak üzere beş guruba ayrılır.



BALIKLAR

Balıkların bir kısmı tatlı sularda ( göl ve nehir suları ) bir kısmı da tuzlu sularda ( deniz ve okyanuslarda ) yaşar. İzmarit , hamsi , istavrit , kalkan balığı , palamut , lüfer gibi balıklar tuzlu suda yaşayan balıklara örnektir. Yayın balığı , sazan ve alabalık ise tatlı sularda yaşayan balıklardır.

Balıkların vücutları pullarla örtülüdür. Solungaçları yardımıyla solunum yaparlar , solunumları sırasında suda bulunan oksijeni kullanırlar. Balıkların bir kısmı yumurta ile çoğalırken bir kısmı da canlı doğum yapar. Yüzgeçleri sayesinde suda hareket ederler.

KURBAĞALAR

Kurbağalar nehir ve göl kenarlarında yaşar. Kurak bölgelerde pek görülmezler. Kurbağaların derileri ince ve pulsuzdur. Ağızlarında diş bulunmaz. Uzun arka bacakları sayesinde suda rahatlıkla yüzer. Kurbağalar etçil hayvanlardır. Küçük böcekler ve tırtıl ile beslenirler. Yumurta ile çoğalırlar. Kurbağaların derilerinin yaşamaları için nemli olması gereklidir. Bu nedenle yaşantılarının bir bölümünü su kenarlarında bir bölümünü de suda geçirirler.

SÜRÜNGENLER

Omurgalı hayvanlardan olan sürüngenlerin başlıcaları ; yılan , kertenkele ve kaplumbağadır. Sıcak bölgelerde yaşayan timsahlar da sürüngen hayvanlardır. Timsahlar hem karada hem de suda yaşar. Yılanlar ve kaplumbağaların da hem karada hem suda yaşayan türleri vardır. Sürüngenlerin ayakları kısa ve yanlardadır. Yerde sürünerek hareket ettiklerinden bu hayvanlara sürüngen hayvanlar adı verilir. Sürüngenlerin vücutları sert pullarla kaplıdır. Yumurta ile çoğalırlar. Etçil ve otçul olanları vardır. Kış uykusuna yatarlar.



KUŞLAR

Kuşlar da omurgalı hayvanlardır. Kümes hayvanları da kuş türü içinde yer alır. Bunlar diğer kuşlar gibi uçamaz. Yeryüzünde değişik özellikte çok sayıda kuş vardır. Bülbül , kanarya , saka gibi kuşlar ötücü kuşlardır. Kartal , akbaba , şahin , başkuş gibi kuşlar yırtıcı kuşlardır. Kaz , ördek , martı , pelikan gibi kuşlar perde ayaklıdır. Deve kuşu hızlı koşabilen bir hayvandır. Horoz , tavuk , ördek , hindi evcilleşmiştir.

Kuşların vücutları tüylerle örtülüdür. Kuşların bir bölümü sonbahardan başlayarak sıcak ülkelere göç eder. Bütün kuşlar akciğer solunumu yapar. Kuşlarda hareketi kanatlar sağlar. Kuşlar yumurta ile çoğalır. Kuşlarda diş yoktur. Kuşların bazıları avladıkları hayvanların etleriyle bazıları da bitkisel besinlerle beslenir.



MEMELİLER

Yavrularını doğurarak dünyaya getiren ve onları sütle besleyen hayvanlara memeli hayvanlar denir. Koyun , inek , kedi , köpek , at , maymun , yarasa , balina , gibi hayvanlar memeli hayvanlardır.

Memeli hayvanların bir bölümü otla beslenir. Bu nedenle bu tip hayvanlara otçul hayvan denir. Geyik , maymun , deve , koyun , keçi , inek gibi hayvanlar otçul memelilerdir. Otla beslenen hayvanların çene yapıları ot koparmaya elverişlidir.

Et yiyerek beslenen memeli hayvanlara etobur memeliler denir. Çeneleri kuvvetli , dişleri uzun ve sivridir. Et yiyerek beslenen hayvanların büyük bir bölümü yabanidir. Kedi , köpek , aslan , kaplan , kurt ve çakal etle beslenen memeli hayvanlardır.

Kesici dişleri çok gelişmiş olan fare , sincap , tavşan , kunduz gibi hayvanlar kemirici memelilerdir. Kemirici memeliler bitkilerin kök ve gövdelerini kemirerek beslenir.

Yarasa uçabilen memeli hayvandır. Yarasaların işitme duyuları çok gelişmiştir. Mağaralarda yaşar. Böceklerle beslenir.

Yunus , balina ve fok suda yaşayan ve yüzen memeli hayvanlardır. Derilerinde kıl ve tüy yoktur.

Kelebek , kuş ve yarasalar karada yaşar. Kanatları vardır ve uçarlar. Buna rağmen kelebek ve yarasa kuşlar gurubunda değildir. Çünkü kelebek omurgasız hayvandır. Yarasalar ise canlı doğum yaptıklarından memeli hayvanlar gurubuna girer.



OMURGALILARIN YAŞADIĞI ORTAMLAR



KARADA YAŞAYAN HAYVANLAR

Köpek , at , yılanların bir bölümü , aslan , tavşan , inek , eşek , koyun , keçi , kurt , fil , kanguru , kaplumbağaların bir bölümü , kertenkele , deve geyik gibi hayvanlar ile ; serçe , leylek , atmaca , güvercin , karga gibi kuşlar karada yaşar.



SUDA YAŞAYAN HAYVANLAR

Suda yaşayan yüzlerce hayvan türü vardır. Bunların başında balıklar gelir. Balıklar deniz , göl ve akarsularda yaşar. Suda yaşayan memeli hayvanlar da vardır. Köpek balıkları , balinalar , yunus balıkları suda yaşayan memelilere örnektir.



HEM KARADA HEM SUDA YAŞAYAN HAYVANLAR

Bu hayvanlar yaşamlarının bir bölümünü karada bir bölümünü de suda geçirir. Su kaplumbağası , kurbağa , su yılanı , timsah , kaz , ördek , martı , pelikan , karabatak ve penguen hem suda hem de karada yaşayan hayvanlardır.



HAYVANLARIN İNSAN YAŞAMINDAKİ ÖNEMİ

Hayvanlardan besin ve giysi ham maddesi sağlanır. Kimi hayvanların gücünden yararlanılır. İnek, koyun ve keçinin sütünden yararlanırız. Tavuk , hindi , kaz ve ördeğin etinden ve yumurtasından yararlanırız. Uskumru , lüfer , palamut , hamsi , alabalık , sazan balığı gibi balıkların etinden yararlanırız. Arıların ürettiği bal da önemli bir besin kaynağıdır.

Beyaz ayı , tilki , sincap gibi hayvanların derilerinden kürk , manto ve ceket yapılır. Ancak yanlış avlanma nedeniyle bu hayvanların sayıları güç geçtikçe azalmaktadır. Sığır , yılan ve timsah derisinden ayakkabı , çanta ve kemer yapılır.

Hayvanların gücünden de yararlanırız. At , deve , katır , manda ve eşek gücünden yararlanılan hayvanlardandır. Bu hayvanlar yük taşımada ve tarım toprağını sürmede kullanılır.
Kıl kurdu (oksiyür)

Özellikleri  :

—   Vücutları yuvarlak ve bölmesizdir.

—   Vücutları koruyucu bir tabaka ile örtülüdür.

—   Parazit olarak yaşarlar

—   Ayrı eşeylidirler. Erkekler daha küçük, dişiler daha büyük-

       tür.

ASKARİS (Bağırsak solucanı)

İnsan bağırsağından sindirilmiş besinleri ağızları ile alarak ya-

şarlar. Yani ağızları vardır. Dişi solucanlar yumurtalarını bağır-

sak boşluğuna bırakırlar.

Dışkıyla dışarı atılan yumurtalar, kirli sular veya iyi yıkanma-

mış sebze ve meyvelerle insana geçer. Yumurta insanın mi-

desinde açılır. Yumurtadan çıkan kurtçuk mideyi delerek kana

geçer. Kanla karaciğere, oradan da akciğere, akciğerden de

soluk borusu yoluyla yutağa gelir. Yutaktan yemek borusuna geçer.  Sindirim borusundan ilerleyerek bağırsağa yerleşir.

 

Bağırsak solucanının izlediği yol:

Mide Ê Karaciğer Ê Akciğer Ê Soluk borusu Ê Yutak

                                                                                               Ð

                                         Bağırsak Ë Mide Ë Yemek borusu

TRİŞİN

İyi pişmemiş etlerle bulaşır. İnsan ve bazı memelilerin bağır-

sak kasları arasına yerleşerek yaşar

KILKURDU (Oksiyür)

Küçük çocuklar

MİKROSKOP YAPISININ TANITILMASI


1-Mikroskop ne işe yarar? Araştırınız.
2-Mikroskop çeşitleri nelerdir? Nerelerde kullanılır?


Mikroskop genel anlamda gövde kolu ve alt kaide olmak üzere iki kısımdan oluşur.
Bütün diğer parçalar bu iki parça üzerine yerleştirilir.
Mikroskopların hareketli bir nesne tablası vardır. Bu nesne tablası kaba ve ince ayar
kontrol düğmeleri ile aşağı ve yukarı hareket ettirilebilir.Lam ve lamel( preparat ) iki nesne klipsinin
altına gelecek şekilde nesne tablasının üzerine yerleştirilir.
45 derece açılı tüpün üst kısmında değiştirilebilir bir oküler bulunmaktadır. Alt kısmında ise objektiflerin sabitlendiği bilye yataklı ve dört objektif yuvalı hareketli bir revolver vardır.

Bir mikroskobun büyütmesi şu şekilde hesaplanır: MİKROSKOP BÜYÜTMESİ= OKÜLER X OBJEKTİF
(Örneğin oküler 5x, objektif 40x olan bir mikroskobun büyütmesi = 5 X 40 = 200 olur.) Mikroskopta aydınlatma bir tarafı düzlem/ iç bükey ayna ve tablanın altındaki iris diyafram İle yapılmaktadır.

 


Mikroskopta inceleme esnasında yapılması gerekenler şunlardır:
( Görüntünün odaklanması )
1-Preparatı ( lam ve lameli ) nesne tablasının üzerindeki sıkıştırma klipslerinin altına yerleştirin.
2-Her zaman için en düşük büyütme seviyesi olan objektif ile çalışmaya başlayın.
3-Kaba ayar düğmesi ile nesne tablasını en üst seviyeye çıkartıncaya kadar tablanın kenarına bakın.
4-Daha sonra tüpe bakarak preparattaki görüntü belirinceye kadar kaba ayar düğmesini aşağıya doğru çevirin.
5-Kaba ayar yapıldıktan sonra ince ayar düğmesi ile keskin bir görüntü alıncaya kadar ayar yapın.
6-Büyütmeyi arttırmak için hareketli revolveri saat yönünde çevirerek ve her objektif değişikliğinde sadece ince ayar düğmesini ayarlayarak görüntüyü odaklayabilirsiniz.
7-Her büyütmede ışığa gereksinim artacağından iris diyafram daha fazla açılmalıdır.


Mikroskop kullanımından sonra dikkat edilmesi gereken hususlar:
1- Mikroskop sadece gövde kolu üzerinden tutulmalı ve taşınmalıdır.
2-Objektifi tüpteki oküler ile birlikte en düşük büyütme seviyesine getirip bırakınız.
3-Aydınlatma sistemini kapatmayı unutmayınız.
4-Toz, mikroskop ve optik aksamın en kötü düşmanıdır. Bu nedenle mikroskobun hassas iç bölümlerine tozun girmesini engellemek için herhangi bir objektifi veya oküleri kesinlikle mikroskop üzerinden çıkartmayınız.
5-Eğer mikroskobun gövdesi ve tablası tozlu ise, tozun silinmesi için yumuşak pamuklu bez parçası kulanınız.
6-Tüm bu işlemlerden sonra artık mikroskobu koruma örtüsüyle örtebilirsiniz. (veya çantasına yerleştirebilirsiniz. )

Hücre

 

Canlıların temel yapı ve işlevsel birimi hücredir. Bütün canlılar bir ya da daha fazla hücreden meydana gelmiştir. Kalıtım materyali hücrede bulunur. Modern Hücre Teorisi'ne göre yeni hücreler varolan hücrelerin çoğalması ile oluşur.

Bu teoriyi şöyle açıklayabiliriz: Canlılarda gördüğümüz her türlü yapısal ve işlevsel faaliyeti hücrede görebiliriz. Yani bir hücre büyüme, boşaltım, üreme, hareket gibi, canlılığa özel işlevleri tek başına yerine getirebilir.

Bütün canlılar hücrelerin biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Tek bir hücreden meydana gelen amip, terliksi hayvan ve milyarlarca hücreden meydana gelen insan. Canlılığın en büyük özelliklerinden birisi hücresel yapıya sahip olmalarıdır.

Her türlü özelliğimizin oluşmasını sağlayan kromozomlar hücrede bulunur. Kromozomlar, prokaryot (ilkel çekirdekli) canlılarda stoplazma içerisine dağılmış olarak bulunurken, ökaryot (gerçek çekirdekli) canlılarda çift kat zarla çevrili çekirdek organelinin içerisindedir. Kromozomlar sayesinde ana-babadaki özellikler, genç hücrelere ve tabii ki yavrularına geçer.

Anorganik ve organik evrim süreci dışında hiçbir hücre, durduk yerde ortaya çıkmaz. Ancak varolan hücrelerin mitoz veya mayoz bölünme geçirmesiyle oluşur. Mitoz bölünme, bir hücreden aynı özellikleri taşıyan iki yavru hücrenin meydana gelmesidir. Büyüme ve gelişme sırasında vücut hücrelerimiz bolca mitoz bölünme geçirerek çoğalırlar.

Mayoz bölünme ise, bir hücreden dört yavru hücrenin meydana gelmesidir. Üreme hücrelerinde görülen bir bölünme şeklidir. Canlıların çeşitlenmesine ve farklı özellikler kazanmasına olanak sağlar.

Hücrenin Bölümleri

Hücre Zarı

Singer-Nicholson adlı iki bilim adamı tarafından ortaya atılan "Akıcı-Mozaik Zar Modeli" ile açıklanır. Bu modele göre hücre zarı, tek katlı lipid tabakasından meydana gelmiş, karbonhidrat ve protein molekülleri lipid tabakasına gömülü durumdadır. Lipid tabakası sürekli hareket halindedir.

Stoplazma

Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran canlı sıvıdır. Büyük bir kısmı sudur. Içerisinde organel denilen çeşitli görevleri üstlenmiş ve özelleşmiş yapılar bulunmaktadır.

Endoplazmik Retikulum

Çekirdek zarı ile stoplazma ya da hücre zarı arasında uzanan iletimle görevli kanal ve borucuklar sistemidir.

Golgi Aygıtı

Hücrenin bazalında bulunan iç içe geçmiş tabak görünümünde zar sistemidir. Yağ sentezi ve lizozomların paketlenmesinde görevlidir.

Lizozom

Tek katlı zarla çevrili, içerisinde sindirim enzimleri bulunduran organeldir.

Mitokondri

Hücrenin enerji santralidir. Oksijenli solunumun gerçekleştiği yerdir.

Kloroplast

Sadece bitki hücrelerinde bulunan bu organel, fotosentezin yani besin üretiminin gerçekleştiği yerdir.

Sentrozom

Bu organel sadece hayvan hücrelerinde bulunur ve bölünme esnasında kromozomların kutuplara taşınması görevini üstlenmiştir.

Çekirdek

Hücrenin en önemli organeli ve yöneticisi konumundadır. Dış tarafı çift kat zarla çevrili, içerisi ise karyoplazma denilen sıvı madde ile doludur. Ayrıca kromozomlar ve çekirdekçik de burada bulunur.


da görülür.

 

HÜCRE
VARLIK: Duyu organlarımızla algılayabildiğimiz her şeye varlık denir.

CANLI VARLIK CANSIZ VARLIK
1- Tek Hücreliler(Ör: bakteri) Ör: madde
2- Çok Hücreliler(Ör: bitki- hayvan ve insan)

Canlıların, canlılık özelliği gösteren en küçük parçasına hücre denir. Hücreler yaşayan organizmaların yapısal ve fonksiyonel en küçük birimidir.
Hücreler gelişmişlik düzeyine göre ikiye ayrılır:
1-Prokaryot Hücreler: Bu hücrelerin zarlı organelleri ve belirgin bir zarla çevrili çekirdeği yoktur. Yalnızca hücre zarı, sitoplazma ve zarsız organel olan ribozom taşırlar. Kalıtım maddeleri (DNA) sitoplazmada bulunur. Örneğin bakteri, mavi- yeşil alg prokaryot hücrelidir.
2- Ökaryot Hücreler: Bu tip hücrelerin zarla çevrili çekirdeği, zarla çevrili organelleri, hücre zarı ve sitoplazması vardır. Örneğin protistler, mantarlar, hayvanlar, bitkiler ökaryot hücrelidir.
Ökaryot bir hücre dıştan içe doğru üç kısımdan oluşur:
I- Hücre zarı II- Sitoplazma III- Çekirdek
 

I-HÜCRE ZARI: Hücrenin en dışında yer alan ve hücreye şekil veren kısımdır. Hem bitkisel, hem hayvansal hücrelerde bulunur. Çift katlı, ince bir zar olan hücre zarı üzerinde madde alış verişini sağlayan delikler (porlar ) vardır. Hücre zarı canlı, saydam, esnek, seçici ve geçirgendir.
Zarın kimyasal yapısını, yağlar, karbonhidratlar ve proteinler oluşturur. Zarın yapısı hakkında iki model geliştirilmiştir: 1- Sandviç (birim zar ) modeli 2- Akıcı mozaik modeli.
Sandviç modeli zarın yapısını açıklar ancak madde alış verişini açıklayamadığı için kabul görmemiştir.
Akıcı mozaik modeline göre hücre zarı iki sıra yağ molekülü arasında serbest olarak bulunan protein ve glikoproteinlerden oluşur. Madde alış verişi zar yüzeyindeki porlarla sağlanır.

Hücre zarından geçebilen maddeler: Küçük moleküller ( glikoz, aminoasit, su, madensel tuzlar), yağda eriyen A, D, E, K vitaminleri, nötr moleküller (oksijen ve karbondioksit )’tir.

Hücre zarının görevleri:
1- Hücreyi dış etkenlerden korumak
2- Hücreye şekil vermek
3- Madde alış verişini kontrol etmektir.

Hücre Çeperi: Bitkisel hücrelerde hücre zarının dışında bulunur. Selüloz adı verilen ölü bir maddeden yapılmıştır. Hücre duvarının selülozdan yapılmış olması, hücrenin madde alış verişini engellemez. Çünkü hücre duvarında da porlar vardır. Hücre çeperi cansız, kalın dayanıklı, esnek olmayan, tam geçirgen ve selüloz yapıdadır.

II- SİTOPLAZMA: Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran, renksiz, yarı saydam, yumurta akı kıvamında (kolloid) bir sıvıdır. Sitoplazma canlıdır ve hücrenin bütün hayatsal faaliyetleri burada oluşur.
Büyük bir çoğunluğu sudan oluşan sitoplazmada, sudan başka, organik, inorganik maddeler, organeller, madensel tuzlar, hormonlar ve vitaminler de bulunur.
Organik Madde: Sadece canlıların yapısında bulunan yağlar, karbonhidratlar ve proteinler bu grubu oluşturur.
İnorganik Madde: hem canlıların, hem de cansızların yapısında bulunabilen su ve madensel tuzlar bu grubu oluşturur.
Organeller: Sitoplazmanın içinde yapıları ve görevleri birbirinden farklı küçük parçacıklar vardır. Bunlara organel denir.

ORGANELLER


ZARSIZ ORGANELLER

* ribozom

*sentrozom

TEK KAT ZARLI ORGANELLER

* endoplazmik redikulum

* golgi cisimciği

 * lizozom
* koful

ÇİFT KAT ZARLI  ORGANELLER
 * plastitler
* mitokondri

1- Ribozom: Protein sentezinin yapıldığı yerdir. Endoplazmik redikulumun çekirdek zarının üzerinde olabildiği gibi sitoplazma içinde serbest de olabilir. Aminoasit ve RNA bulundurur. Virüs hariç tüm canlılarda ribozom bulunur.
2- Sentrozom: Yalnızca hayvan hücresinde bulunur. Sentriol denilen birbirine dik iki silindirik yapıdan oluşur. Görevi, hücre bölünmesi sırasında iğ ipliklerini oluşturmaktır.
3- Endoplazmik Redikulum: Hücre zarı ile çekirdek arasında bulunur ve bunlar arasındaki ilişkiyi sağlar. Kıvrımlı bir yapısı olup, kanallar sistemidir. Hücre içi taşıma ve depolama sistemi olarak görev görür. İki çeşittir; ribozom taşıyanlar (granüllü e.r), ribozom taşımayanlar (granülsüz e.r). Granüllü endoplazmik redikulum, ribozom sayesinde protein sentezine yardımcı olur. Granülsüz endoplazmik redikulum ise yağ sentezine yardımcı olur.
4- Golgi Cisimciği: Yapı olarak endoplazmik redikuluma benzer. Endoplazmik redikulumun kıvrılıp, üst üste yassı kesecikler oluşturmasıyla meydana gelir.
Başlıca görevleri şunlardır: Salgı maddelerinin üretilmesini sağlar.( vücudumuzun tükürük, ter, süt bezlerinde çok bulunur.) Depo görevi görür. ( hücrede yağ ve protein sentezi arttığında şişerek, hacmi büyür.) Lizozom ve koful oluşumunda etkilidir. Sindirim enzimi üretir. Yağların sentezinden, hücre zarının yapım ve onarımından sorumludur.
Sperm ve alyuvar hücrelerinde golgi bulunmaz.
5-Lizozom: Yalnızca hayvansal hücrelerde bulunur. Bitki hücrelerinde benzeri yapılar vardır. Burada sindirim enzimleri bulunur. Görevi hücre içi sindirimidir. Hücre yaşlandığı zaman patlar ve hücrenin kendi kendini sindirmesini sağlar (intihar kesecikleri). Bu olaya otoliz denir. Ayrıca hücreye giren yabancı proteinleri ve protein yapısındaki maddeleri parçalarlar.
Karaciğer, dalak ve akyuvarlarda çok sayıda bulunur.
6-Koful: Daha çok bitki hücrelerinde görülür. Bitki hücrelerinde az sayıda ve büyük, hayvan hücrelerinde çok sayıda ve küçüktür. Bulunduğu hücrenin çeşidine göre depolama, sindirim, boşaltım gibi görevler üstlenir. Madde taşımacılığında etkilidir.
Tek hücrelilerde besin ve boşaltım kofulları gibi çeşitleri vardır.
7- Plastitler: Sadece bitki hücrelerinde bulunur. Hücre ile gelişerek, bulundukları ortama göre, farklı renk pigment taneciklerini oluştururlar ve renklere göre farklı görevler üstlenirler. Plastitler ışık etkisiyle birbirlerine dönüşebilirler.
Pigmentleri ve görevleri farklı plastitler üç çeşittir:
a) Kloroplast: Yeşil renk pigmenti olan klorofil taşırlar. Bitkilerin yapraklarında, ham meyve ve sebzelerinde, genç dallarında, otsu gövdelerinde bulunur. Kloroplastlar fotosentez olayını gerçekleştirir. Fotosentez sonucu besin ve oksijen üretilir.
b)Kromoplast: Sarı, kırmızı ve turuncu renk pigmentlerini taşırlar. Böylece bitki ve meyvelere renk verirler, vitamin üretip depolarlar. Kloroplastın değişimi ile oluşurlar.
c)Lökoplast: Renksiz plastitlerdir. Işık aldığında yeşil renkli kloroplastlara dönüşebilirler. Bitkinin tohumlarında, kök ve toprak altı gövdesi gibi depo organlarında bulunur. Lökoplastlarda protein, yağ ve nişasta gibi besinler depolanır.

III- ÇEKİRDEK: Hücrenin bölünme ve büyüme faaliyetlerini yöneten kısımdır. Ökaryot hücrelerde bulunur. Genellikle hücrelerde tek çekirdek bulunur. Görevleri; hücreyi yönetmek, kalıtım bilgisini taşımak ve hücre bölünmesini sağlamaktır.
Çekirdeğin yapısını dört kısımda inceleyebiliriz:
1-Çekirdek Zarı:
• Çekirdek içi ile sitoplazmayı birbirinden ayıran kısımdır.
• İki katlı olup, yapısı hücre zarına benzer.
• Üzerinde porlar bulunur ve tam geçirgendir (RNA ve ATP’yi geçirebilir.)
• Çekirdek ile sitoplazma arasında madde alış verişi sağlar.
2- Çekirdek Öz Suyu: :Çekirdeğin içini dolduran, yapı olarak sitoplazmaya benzeyen kısımdır. İçinde su, organik, inorganik maddeler, nükleik asitler (DNA, RNA) bulunur.
3- Çekirdekçik:
• Çekirdek öz suyunun yoğunlaşması ile oluşan kısımdır. Sayısı birden çok olabilir.
• Yapısında RNA ve proteinler bulunur.
• Protein sentezinde rol aldığı sanılmaktadır.
• Hücre bölünmesi esnasında kaybolur, sonra tekrar ortaya çıkar.
4- Kromatin İplikler: Çekirdek öz suyu içerisine dağılmış olan ağ ve yumak şeklindeki yapılardır. Hücrenin bölünmesi esnasında kısalıp kalınlaşarak kromozom haline dönüşürler. Kromozomlar protein ile genetik şifremiz olan DNA molekülleri taşırlar.

ÇİÇEKLİ BİTKİLERDE ÜREME, BÜYÜME GELİŞME

ÇİÇEĞİN KISIMLARI:

Yüksek yapılı bitkilerin üreme organına çiçek denir. Çiçekler, uzunlukları farklı bir sapın ucunda ve bir eksen etrafında iç içe geçmiş birkaç bölümden oluşur. Bunlar:

1- Çiçek sapı 2- Çiçek tablası 3- Çanak yaprak
4- Taç yaprak 5- Erkek organ 6- Dişi organ
• Tam Çiçek: Bir çiçekte yukarıda saydığımız kısımların hepsi varsa buna tam çiçek denir.
• Eksik Çiçek: Erkek ya da dişi organdan yalnızca birini bulunduran çiçektir.
• Erselik Çiçek: Erkek ve dişi organların ikisini birden bulunduran çiçektir.

1- Çiçek Sapı: Çiçeği dala bağlayan kısımdır.
2- Çiçek Tablası: Çiçek sapının ucundaki genişlemiş kısımdır. Çanak yaprak, taç yaprak, erkek ve dişi organlar çiçek tablasına yerleşmiştir.
3- Çanak Yapraklar: Çiçeğin en dışında yer alan, yeşil renkli kısım olup, yaprağa benzer. Görevi, çiçeğin iç kısmını dış etkilerden korumaktır. Bazı bitkilerde fotosentez yapabilir.
4- Taç Yaprak: Çanak yapraktan sonra gelen, değişik renklerde olabilen kısımdır. Taç yaprakların dip kısımlarında lezzetli ve güzel kokulu salgı salgılayan hücreler bulunur.
5- Erkek Organ: Taç yaprakların iç kısmında, bir ya da birkaç daire üzerinde sıralanmış organlardır. Yapısı bir toplu iğneye benzer.
Bir erkek organda iki kısım vardır. Bunlar: 1- Sapçık 2- Başçık’tır.

Sapçıkların uç kısımlarında bulunan başçıklar, yan yana dört keseden oluşur. Bu keseler içinde, erkek üreme hücresi olan çiçek tozları (polen) bulunur. Başçık olgunlaşınca, keseler çatlar ve içindeki polenler çevreye dağılır.
6- Dişi Organ: Çiçeğin tam orta kısmında yer alır. Küçük bir sürahiye benzer. Üç bölümde incelenebilir:
1- Tepecik: Dişicik borusunun yassılaşmış üst kısmıdır. Tepecik, pürüzlü görünümlü olup, nemli ve yapışkan bir salgı salgılar. Böylece, tepecik üzerine gelen çiçek tozlarının burada tutulması sağlanır.
2- Dişicik Borusu: Yumurtalıktan yukarı doğru uzanan kısımdır.

3- Yumurtalık: Dişi organın alt kısmında bulunan şişkin kısımdır. Dişi organın üreme hücresi olan yumurta, yumurtalıktaki tohum taslağı içindedir.


TOZLAŞMA
Olgunlaşan erkek organdan dağılan çiçek tozlarının (polenlerin), çeşitli vasıtalarla dişi organın tepeciği üzerine gelmesine tozlaşma denir.
Tozlaşmanın başarılı olabilmesi için, bitkiler çok fazla polen üretir. Böylelikle çiçek tozlarının dişi organ tepeciklerine ulaşma olasılığı artar. Polenlerin dışında bulunan dış gömlek, uçuşmalarına yardımcı olacak yapı kazanmıştır. Milyonlarcası rüzgârla uçuşan çiçek tozlarının yalnızca çok az bir kısmı dişi organa ulaşır. Ancak, bu genellikle bitkinin neslini sürdürmesi için yeterli sayıdadır.
Tozlaşma, böcekler aracılığıyla da yapılır. Böcek vücudu üzerinde birçok çıkıntı ve kıllar vardır. Çiçek tozlarının yapısı da böceklere yapışmaya uygundur. Böcekler, vücutlarına yapışan çiçek tozlarını çiçekten çiçeğe taşırlar. Yağmur ve akarsular, kuşlar, insanlar, diğer birçok hayvanlar da tozlaşmayı sağlayabilir.
DÖLLENME
Tozlaşma ile dişi organın tepeciğine konan polen, buradaki nemli ve yapışkan sıvıya tutunur ve polenin dış gömleği açılır. Dişicik borusuna doğru bir uzantı oluşur. Bu uzantıya polen tüpü denir. Polen tüpü yumurtalığa kadar uzanır ve yumurta hücresini bulur ve birleşir.
İşte erkek üreme hücresi çiçek tozu (polen) ile dişi üreme hücresi yumurtanın birleşerek, çekirdeklerinin kaynaşması olayına döllenme denir. Döllenme sonucu döllenmiş yumurta hücresi zigot oluşur. Kısa süre içinde bölünmeye başlayan zigot, bitkinin küçük bir taslağı olan embriyoyu meydana getirir.
Bu aşamadan sonra, çiçekte çanak ve taç yapraklarla erkek
organın görevi bitmiştir. Bu organlar sararır, solar ve dökülür.

ÇİÇEKLİ BİTKİLERDE MEYVE VE TOHUM
Döllenmeden sonra bitki, embriyonun ve besin deposunun bulunduğu bir yapı oluşturmaya başlar. Tohum taslağı denen ve tohumu oluşturacak olan bu yapı, yumurtalık içinde meyve ile birlikte gelişir. Bitkinin tohumu olgunlaşır.

EMBRİYO + ÇENEK (BESİ DOKU) = TOHUM

Bitki türüne göre tohumlar birçok farklılıklar gösterir. Ancak, tüm tohumlarda üç yapı bulunur. Bunlar;
1- Tohum Kabuğu: Tohumu sarar, dış etkilerden korur. Çimlenme sırasında suyla şişerek patlar.
2- Embriyo: Zigotun bölünüp çoğalmasıyla oluşur. Bitkinin küçük bir taslağıdır. Kök, gövde, yaprak taslaklarını içerir.
3- Çenek (Besi Doku): Embriyoya bağlı besin deposudur. Çimlenme sırasında embriyonun beslenmesini sağlar. Fasulye, nohut gibi bitkilerde besi doku yoktur. Embriyo besinini çenek yaprak içinden alır.
Döllenmiş tohum taslağı (embriyo) tohumu oluştururken, başta yumurtalık olmak üzere çiçeğin diğer kısımları gelişerek meyveyi oluşturur. O halde tohum ve tohumu çevreleyen kısımların hepsine meyve denir.
• Meyvenin temel görevi tohumu korumak ve tohumun taşınıp dağılmasına yardımcı olmaktır.
Gerçek Meyve: Yalnız yumurtalığın gelişmesiyle oluşan meyvedir. Ör: Portakal, limon, kavun, böğürtlen.
Yalancı Meyve: yumurtalıkla beraber çiçeğin diğer organlarının da gelişmesiyle oluşan meyvedir.
Ör: elma, armut, incir. Bunlarda etli ve tatlı kısımlar çiçek tablasından oluşmuştur.

Besin ve su biriktirerek etlenen meyvelere etli meyveler denir. Erik, kayısı, kiraz, domates, üzüm gibi.
Bazı bitkilerde meyve etlenmez. Bunlara kuru meyve denir. Fındık, ayçiçeği, haşhaş, kestane, bakla, fasulye gibi.

TOHUMUN ÇEVREYE YAYILMASININ ÖNEMİ
Bitkiler toprağa bağlı canlılardır. Bir toprak parçasında aşırı bitki olması, bitkinin topraktan alacağı su ve mineral miktarını azaltır. Ayrıca bitkilerin bir yerde aşırı çoğalması birbirlerini gölgelemeleri demektir. Bu da fotosentez yapmak için gerekli olan güneş ışığını kapatmaları anlamına gelir. Bu nedenle bitkiler neslini sürdürebilmek için yayılmak zorundadır.
Bitkiler birçok yolla tohumlarını uzağa gönderirler. Öncelikle tozlaşmada bol miktarda çiçek tozu (polen) yaparlar. Ayrıca bol miktarda tohum yaparak da yayılma olasılıklarını artırırlar.
Tohumların yayılmasında hayvanlar için besleyici ve lezzetli meyveler büyük rol oynar. Bu sayede tohumların bir kısmı hayvan tarafından çevreye dağıtılır, bir kısmı da yenir. Tohumların bir bölümü dayanıklı kabukları sayesinde, hayvanların sindirim siteminden zarar görmeden geçer ve dışkıyla atılır. Böylece yeni yetişecek bitki, çok uzaklara taşınıp, gübre katmanıyla beraber toprağa düşmüş olur.
Bazı bitkilerde tohumun şekli ve yapısı dağılımı sağlar. Dikenli, paraşütlü, kanatlı, tüycüklü, suda yüzen tohumlar gibi.
Ayrıca insanlar da tohumların yayılmasında çok önemli etkendir.


MEYVE VE TOHUMDAN NASIL YARARLANIYORUZ?
Bitkiler meyve ve tohumlarını üremek için oluştururlar. Bazı bitkiler meyvelerinde şeker, vitamin ve mineral biriktirir. Birçoğu da tohumlarında protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineraller içeren besinler depolamıştır. içeren besinler depolamıştır.
İnsanlar ve hayvanlar için, meyve ve tohumlar sevilen besin maddeleridir.
Bazı bitkilerden sebze olarak da yararlanırız. Bunlar domates, biber, kabak, patates, turp gibi bitkilerdir. Bunların yaralandığımız kısımları meyve, yaprak, yumru gövde, çiçek, kök gibi organlarıdır. Sebze sözcüğü genelde, pişirerek yediğimiz, tatlı olmayan bitkisel yiyeceklerin adıdır. Sebze diye adlandırdığımız domates, biber, patlıcan, kabak da aslında birer meyvedir.
Bitkilerden besin olmalarının dışında, başka amaçlar için de yararlanırız. Teknolojik gelişmeler, bitkilerden elde ettiğimiz ürünleri artırmıştır. Ayrıca yararlanılan bitki çeşitleri de giderek artmaktadır. Eskiden çöp olarak adlandırılan madde artıkları, şimdi ham madde olarak adlandırılıyor.


BİTKİLERİN YAŞAM DÖNGÜSÜ VAR MI?

Kışın sona ermesi, baharın yüzünü göstermesiyle, topraktan otlar bitmeye başlar. Yağışlı havalarda büyür ve gelişirler. Havalar ısınıp topraktaki nem azaldığında çiçek açıp, yazın da kuruyup ölürler. Ama bu sırada dayanıklı tohumlarını toprağa saçmışlardır.
Bazı bitkiler ise uzun yıllar yaşar. Bin yıllık bir zeytin ağacı, iki bin yıllık bir sedir ağacı, beş yüz yıl önce dikilmiş bir ulu çınar bizi şaşırtmaz.
Bitkiler ister uzun, ister kısa yaşasın bir yaşam döngüsü sürdürür.

ÇİÇEKLİ BİTKİNİN YAŞAM DÖNGÜSÜ

ÇİMLENME

Döllenme olayından sonra oluşan tohumlar su, yağmur suları, rüzgâr ve canlıların etkisiyle çevreye dağılır. Çevreye dağılan tohumlar, uygun ortam şartlarında su alarak şişer ve kabuğu çatlayarak embriyosu serbest kalır. Bu olaya çimlenme denir.
Çimlenme demek, tohumun canlı kısmı olan embriyonun bölünüp çoğalarak kök, gövde, yaprak kısımlarını oluşturup, bitkiyi meydana getirmesi demektir. Çimlenme sırasında embriyonun ihtiyacı olan besin, besi doku (çenek) tarafından karşılanır. Çünkü bu esnada embriyo fotosentez yapamaz. Ancak, solunum yapabilir ve havaya karbondioksit verir.
Çimlenmenin olabilmesi için gerekli şartlar 1)Belli sıcaklık 2) Su (nem) 3) Oksijen ‘dir. Çimlenme için ışık, besin, toprak, karbondioksit gerekli değildir!!! (Işık, su, yeterli sıcaklık, besin, toprak büyüme için gereklidir. Gübre, çimlenmeyi ve de büyümeyi hızlandırır.)
Çimlenme sırasında embriyo büyüklüğü, metabolik etkinlik hızı, solunum hızı, su emilimi, hücre sayısı, yeni dokuların oluşumu artarken, çenek büyüklüğü ve bitkinin kuru ağırlığı azalır. Bitkilerin ilk yaprakları oluşup, fotosentez olayına başladıkları andan itibaren kuru ağırlık tekrar artmaya başlar.

 

ÜNİTE 1: CANLILARDA ÜREME, BÜYÜME VE GELİŞME

A- CANLILIK HÜCREYLE BAŞLAR :


1- Canlıların Ortak Özellikleri :
Çevremizdeki varlıklar canlı ve cansız varlıklar olarak iki grupta toplanırlar.
Cansız varlıklar katı, sıvı ve gaz halindeki maddelerden oluşur.
Canlı varlıklar insanlar, hayvanlar ve bitkilerden oluşur. Canlı varlıkların tamamında görülen özelliklere canlıların ortak özellikleri denir. Bütün canlılarda görülmeyen özellikler ise ortak değildir. (Fotosentez yapma, yer değiştirme, iskelete sahip olma…).

Canlıların Ortak Özellikleri Şunlardır ;
1- Hücrelerden oluşma.
2- Beslenme.
3- Büyüme ve gelişme.
4- Hareket etme.
5- Solunum yapma.
6- Boşaltım yapma.
7- Çoğalma yani üreme.
8- İrkilme yani tepki verme.


2- Hücrenin Yapısı ve Görevleri :
Bir canlıyı oluşturan en küçük yapı birimine hücre denir. (Bir canlının canlılık özelliği gösteren en küçük yapı birimine hücre denir).
Doğada yaşayan canlıların tamamı hücrelerden oluşmuştur. Canlılardan bazıları tek bir hücreden, bazıları da çok sayıda hücreden oluşmuştur. Her canlıyı oluşturan hücrelerin sayısı ve büyüklüğü aynı değildir. Canlıyı oluşturan hücrelerin görevlerine göre şekli ve büyüklüğü farklı olabilir. (Bilinen en küçük hücre, bakteridir. En büyük hücre deve kuşu yumurtasının sarısı, en uzun hücre de yaklaşık 1 m uzunluğunda olan sinir hücreleri örnek olarak verilebilir).
Hücre gözle görülemeyip mikroskopla incelenir. Mikroskopla canlıları ilk inceleyen bilim adamı Lövenhuk’ tur. (16.yy da terzilik yaparken büyüteçte kumaşları incelerken mikroskobu bulmuştur). Lövenhuk incelediği göl suyunda tek hücreli canlıları görmüştür.
Hücre ilk defa 1665 yılında İngiliz bilim adamı Robert Hook tarafından bulunmuştur. Robert Hook şişe mantarını incelerken gördüğü boş odacıklara (bal peteği şeklinde) hücre adını vermiştir.

a) Hücre Sayısına Göre Canlı Çeşitleri :
Doğada yaşayan canlıların tamamı hücrelerden oluşmuştur. Canlılardan bazıları tek bir hücreden, bazıları da çok sayıda hücreden oluşmuştur. Bu nedenle canlılar hücre sayısına göre tek hücreli canlılar ve çok hücreli canlılar olarak iki grupta toplanırlar.

1- Tek Hücreli Canlılar :
Tek bir hücreden oluşan canlılara tek hücreli canlılar denir. Bakteriler, amip, mantarlar, öglena, terliksi hayvan (paramesyum) ve mavi – yeşil algler tek hücreli canlılardır.

2- Çok Hücreli Canlılar :
Çok sayıda hücreden oluşan canlılara çok hücreli canlılar denir. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler çok hücreli canlılardır. Çok hücreli canlılarda dokular bulunur).

b) Hücre Çeşitleri :
Hücreler gelişmişlik düzeyine göre prokaryot (ilkel) hücreler ve ökaryot (gelişmiş) hücreler olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Prokaryot (İlkel) Hücreler :
En basit yapılı hücrelerdir. Prokaryot hücrelerde çekirdek zarla çevrilmemiştir ve kalıtsal madde (DNA) sitoplazma içinde dağınık haldedir. Prokaryot hücrelerde hücre zarı, sitoplâzma ve zarsız organel olan ribozom bulunur. Ribozom dışında organelleri bulunmaz. Bakterilerin ve mavi – yeşil alglerin (su yosunlarının) hücreleri prokaryot hücredir.

2- Ökaryot (Gelişmiş) Hücreler :
Çekirdeği ve organelleri zarla çevrilmiş olan hücrelere ökaryot (gelişmiş) hücreler denir. Ökaryot hücreler hücre zarı, sitoplâzma ve çekirdek olmak üzere üç kısımdan oluşurlar.
Bazı tek hücreli canlıların, mantarların, bitkilerin, insanların ve hayvanların (çok hücreli canlılar) hücreleri ökaryot hücredir.

c) Hücrenin Görevleri :
Canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için yaptığı beslenme, solunum, dolaşım, boşaltım, sindirim, üreme, büyüme, gelişme, gibi faaliyetlere yaşamsal faaliyetler denir. Canlılarda gerçekleşen yaşamsal faaliyetlerin tamamı hücre tarafından yapılır. Yani hücrenin görevi, yaşamsal faaliyetleri gerçekleştirmektir.



d) Hücrenin Yapısı :
Hücre dıştan içe doğru hücre zarı, sitoplâzma ve çekirdek olmak üzere üç kısımdan oluşur.





1- Hücre Zarı :
Bütün bitki ve hayvan hücrelerinde bulunan, hücreyi dış ortamdan ayıran ve hücreye şekil veren yapıya hücre zarı denir.

Hücre Zarının Özellikleri :
1- Canlıdır.
2- Seçici ve geçirgendir. Hücre zarından küçük moleküller (maddeler) (su, madensel tuzlar, vitaminler, oksijen gazı, karbondioksit gazı, glikoz, gliserin, yağ asiti, amino asit, iyonlar) geçer ama büyük moleküller (maddeler) (nişasta, yağ, protein, karbonhidrat) geçemez. Büyük moleküller (yapı taşlarına kadar) parçalandıktan sonra geçerler.
3- Esnektir.
4- Saydamdır (Işığı geçirir).
5- Çift katlıdır.
6- Protein, yağ ve az miktarda karbonhidrattan oluşmuştur.
7- Akışkandır.
8- Üzerinde madde alışverişini sağlayan porlar bulunur.

Hücre Zarının Görevleri :
1- Hücreyi dış ortamdan ayırır.
2- Hücreyi dış etkilere karşı korur.
3- Hücreye madde giriş çıkışını sağlar.
4- Hücreye şekil verir.
5- Hücreyi dağılmaktan korur.
6- Hücrelerin birbirlerini tanımasını sağlar.

Hücre Zarının Yapısı :
Hücre zarı, protein, yağ ve az miktarda da karbonhidrattan (moleküllerinden) oluşmuştur. Hücre zarında iki sıra yağ tabakası arasına gömülmüş protein molekülleri vardır ve bunlar sürekli hareket halindedirler. Hücre zarının bu modeline akıcı mozaik zar modeli denir. (Karbonhidrat molekülleri yağ ve protein molekülleri arasına gömülü haldedir. Protein ve karbonhidratların oluşturduğu yapıya glikoprotein denir. Glikoproteinler hücrelerin birbirini tanımasını sağlarlar).
Hücre zarının üzerinde por denilen delikler bulunur. Porlar hücrede madde giriş çıkışını sağlarlar.

Hücre Duvarı (Çeperi) :
Bitki hücrelerinde (bazı bakteriler, mantarlar ve bitkiler), hücre zarının üzerinde selüloz denilen maddenin birikmesiyle oluşan yapıya hücre duvarı (çeperi) denir. (Bitki hücrelerinin köşeli olmasının nedeni hücre duvarıdır).

Hücre Duvarının (Çeperinin) Özellikleri :
1- Yalnız bitki hücrelerinde bulunur, hayvan hücrelerinde bulunmaz.
2- Hücre zarının dışında bulunur.
3- Kalın, sert ve dayanıklıdır.
4- Cansızdır.
5- Tam geçirgendir. Üzerinde madde geçişine izin veren delikler bulunur.
6- Selüloz denilen maddeden yapılmıştır.
7- Hücreye şekil verir.


2- Sitoplâzma :
Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran yumurta akı kıvamındaki renksiz sıvıya sitoplâzma denir. Sitoplâzmanın yapısında % 90 oranında su bulunurken geriye kalan kısmını da protein, karbonhidrat, yağ (asidi), vitamin, madensel tuzlar, enzim, glikoz, salgı (hormon) ve organeller bulunur. ( % 65–90’ ını su oluşturur ). (Sitoplazma bozulduğunda hücre de ölür).

Sitoplâzmanın Özellikleri :
1- Canlıdır.
2- Renksizdir.
3- Suda çözünmez (suya karışmaz yani kolloid yapıdadır) (Kolloid, parçacık büyüklüğü 1–100 mm olan maddedir)
4- Hücre zarından geçemez.
5- Yarı saydamdır.

Sitoplâzmanın Görevleri :
Sitoplâzma hücredeki beslenme, solunum, dolaşım, boşaltım, üreme, sindirim gibi bütün yaşamsal faaliyetlerin (canlılık olaylarının) gerçekleştiği yerdir. Sitoplâzmada yaşamsal faaliyetleri gerçekleştiren yapılara organel (organcık) denir. Sitoplâzmada bulunan organellerin görevleri farklıdır.

Sitoplâzmada Bulunan Organeller :
Sitoplâzmada farklı görevlere sahip olan; endoplazmik retikulum, ribozom, mitokondri, lizozom, golgi aygıtı (cisimciği), koful, sentrozom, plastitler gibi organeller bulunur. (PİS KEREM GEL)

1- Mitokondri :
Bakteriler ve alyuvarlar denilen kan hücresi dışında bütün hücrelerde bulunur.
Hücre içerisine alınan besin maddelerinin oksijen gazı ile parçalanarak enerji üretilmesini sağlar. (Yani hücre içerisinde solunum olayında görevlidir).
Vücutta enerji ihtiyacı fazla olan karaciğer, kas ve sinir (beyin) hücrelerindeki mitokondri sayısı diğer hücrelerdekinden daha fazladır.

2- Koful :
Bitki hücrelerinde büyük ve az sayıda, hayvan hücrelerinde küçük ve çok sayıdadır. (Genç bitki hücrelerinde küçük ve çok sayıda, yaşlı bitki hücrelerinde büyük ve az sayıdadır).
Koful, hücre içerisine alınan su ve besinler ile hücrede oluşan atık maddelerin depolanmasını ve bu atık maddelerin hücre dışına atılmasını sağlar. Bu nedenle hücre içerisinde depolamada ve boşaltımda görevlidir.

3- Plastitler :
Hayvan hücrelerinde olmayıp sadece bitki hücrelerinde bulunur. Görevlerine göre kloroplast, kromoplast ve lökoplast olarak üç çeşittir. (Mitokondriye benzer. Fakat büyüktür. Hücre bölünmesinden bağımsız olarak bölünüp çoğalırlar).

a) Kloroplast :
Bitkilerin yeşil renkli kısımlarında (yaprak ve yeşil gövde) bulunan yeşil renkli plastitlerdir. Kloroplast, klorofil maddesini (pigmentini) taşır ve fotosentez olayı burada gerçekleşir. Klorofil maddesi bitkiye yeşil renk verir ve fotosentez olayında görevlidir.
(Yeşil rengi Klorofil a ve b moleküllerinden gelir. Başka renk molekülleri de vardır ama sayıca azdır).


b) Kromoplast :
Bitkilerin yeşil dışındaki organlarının hücrelerinde bulunur. Bitkilerin çiçek ve meyvelerine sarı (ksantofil=limon) kırmızı (likopin=domates) ve turuncu (karoten=havuç) renklerini veren plastitlerdir. Erik ve elmada başlangıçta yeşil daha sonra kırmızı veya başka renge dönüşür. Meyve olgunlaşırken yeşil rengi veren kloroplast daha sonra kromoplasta dönüşür.

c) Lökoplast :
Bitkilerin ışık görmeyen ve toprak altında bulunan kök, gövde ve tohumlarında bulunan renksiz plastitlerdir. (Patates, turp, yer elması, havuç, elma).
Bol miktarda nişasta (protein ve yağ) depo ederler. ( Lökoplastlar bitkilerde nişasta denilen besin maddelerini depolarlar).
(Renk maddesi bulunmaz. Ancak ışıkta bırakılırsa lökoplastlar kloroplasta dönüşür. Örneğin patates ışıkta bırakılırsa kabuğun altından yeşermeye başlar).

4- Endoplazmik Retikulum :
Hücre zarı ile çekirdek arasında uzanan kanalcıklardır (borulardır=kanalcık sistemidir).
Hücre içerisinde madde taşınmasını (ve depolanmasını) sağlar.
Üzerinde ribozom varsa granüllü endoplazmik retikulum, ribozom yoksa granülsüz endoplazmik retikulum olarak adlandırılır.

5- Ribozom :
Virüsler hariç bütün hücrelerde bulunur. Sitoplâzma içerisinde veya endoplazmik retikulum üzerinde yer alır.
Hücre içerisinde protein üretiminde (sentezinde) görevlidir. (Karaciğer gibi protein sentezinin çokça yapıldığı hücrelerde ribozom sayısı normalden daha fazla olur). (Mikroskopta parlak tanecik olarak görünür).

6- Golgi Aygıtı (Cisimciği) :
Hücre içerisinde ter, süt, yağ, gözyaşı, tükürük, sümük, gibi salgıları (sıvıları) üreterek bunları bir zarla çevirip paketler. (Bu salgıların hücre dışına çıkması için paketleme yapılır).
Vücutta salgı üreten organların (süt bezi, ter bezi, yağ bezi, gözyaşı bezi, sümük bezi, tükürük bezi gibi) hücrelerinde golgi aygıtının sayısı normalden fazladır.
(Üst üste yığılmış torbacık şeklindedir. Bakteri dışında tüm hücrelerde vardır. Ribozomda üretilen proteinin yapısını değiştirerek salgı maddesine çevirir. Bitkideki selülozu golgi cisimciği salgılar. Salgılarını depo eder).

7- Lizozom :
Genellikle hayvan hücrelerinde bulunur, bitki hücrelerinde bulunmaz. İnsanlarda akyuvarlar, karaciğer ve dalakta sayısı fazladır ama alyuvarlar hücrelerinde bulunmaz.
Hücre içerisinde büyük besin maddelerinin (moleküllerinin) parçalanmasını (sindirilmesini) sağlar. Ayrıca hücre içerisinde yaşlanan ve yıpranan organellerin de parçalanmasını sağlar. (Lizozomun zar yapısı bozulursa hücre kendi kendini sindirir, parçalar. Bu olaya otoliz denir).
(Lizozom sindirim olaylarını salgıladığı enzim sayesinde gerçekleştirir).
(Tek zarlı torbacıklardır. En çok akyuvarda bulunur. Golgi cisimciğindeki depolanmış salgıları ilgili yerlere taşır. Bunlar sindirici özellik taşır. Böylece hücre kendi kendini sindirmesini önler).


8- Sentrozom (Sentrioller) :
Bitki hücrelerinde bulunmayıp sadece hayvan hücrelerinde bulunur.
Hücre bölünmesinde görevlidir. (Hücre bölünmesi sırasında homolog
kromozomların ayrılmasını ve iğ ipliklerin oluşmasını sağlar).
(İlkel bitkilerde de bulunabilir Hücre bölünmesinde eş kromozomları ayıran iğ ipliklerinin oluşturulmasını sağlar. Bölünme esnasında her sentriol eşlenerek yavru hücrelere giderler. Ayrıca kamçı ve sil (kirpiksi cisim) oluşturur. Demet şeklinde 9 iplikçikten oluşmuştur).

3- Çekirdek :
Hücrenin ortasında bulunan, bir zarla sitoplâzmadan ayrılan, hücredeki bütün yaşamsal faaliyetleri (büyüme, bölünme ve onarım) yöneten ve kontrol eden (sitoplazmadaki en büyük) kısımdır. Çekirdeği alınan hücre yaşayamaz. Kırmızı kas hücresi ile karaciğer hücrelerinde birden fazla çekirdek varken bakteriler ve alyuvarlar hücrelerinde çekirdek bulunmaz. (Bir zarla sitoplâzmadan ayrılmamıştır). (Bakteri, alyuvar ve mavi yeşil algler hariç, bütün hayvan ve bitki hücrelerinde bulunur).
Çekirdek; çekirdek zarı, çekirdek öz suyu, çekirdekçik ve kromatin iplik olmak üzere 4 kısımdan oluşmuştur.

a) Çekirdek Zarı :
Çekirdeği sitoplâzmadan ayıran ve hücre zarına benzeyen çift katlı zardır. Üzerinde madde giriş çıkışını sağlayan delikler (porlar) bulunur.

b) Çekirdek Öz Suyu :
Çekirdeğin içini dolduran ve sitoplâzmaya benzeyen sıvıdır. (İçinde organik ve inorganik maddeler ile nükleik asitler bulunur).

c) Çekirdekçik :
Çekirdek öz suyu içinde bulunan, bir veya birkaç tane olan yapıdır. RNA (denilen nükleik asit) ve protein üretiminde (sentezinde) görevlidir.

d) Kromatin İplik :
Çekirdek öz suyu içine dağılmış olan uzun, ince ve iplik şeklindeki yapılardır. Bir hücrenin sahip olduğu özellikler ile ilgili bilgiler kromatin ipliklerde saklıdır. (Diskete benzet).
Hücre bölünmesi sırasında kromatin iplikler kısalıp kalınlaşarak kromozomları oluştururlar. Kromozomlar bir canlıya ait bütün özellikleri taşıyan yapılardır. Canlıya ait bütün özellikler, kromozomların üzerinde bulunan genlerde saklıdır. Genler birleşerek DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) molekülünü oluştururlar. DNA molekülü bir canlıya ait bütün özellikleri (saç rengi, saç şekli, göz rengi, kulak yapısı, boy uzunluğu, yaprak genişliği, tüy rengi gibi) belirleyen yapıdır.
İnsandaki vücut hücrelerinde 46 kromozom bulunur.
(Hücrenin kontrolü, büyüme ve gelişimi DNA tarafından yürütülür. DNA, organik baz, şeker ve fosfattan oluşmuş çift zincirli büyük bir moleküldür. Çekirdekli hücrelerde, DNA’lar çekirdekte, kloroplâstta ve mitokondrilerde bulunur).






3- Bitki ve Hayvan Hücrelerinin Benzerlikleri :

1- Çıplak gözle görülemeyip mikroskoplarla görülürler.
2- Hücre zarı bulunur.
3- Sitolazma bulunur.
4- Çekirdek bulunur.
5- Koful bulunur.
6- Mitokondri bulunur.
7- Ribozom bulunur.
8- Endoplazmik retikulum bulunur.
9- Golgi aygıtı (cisimciği) bulunur.

4- Bitki ve Hayvan Hücreleri Arasındaki Farklar :

           Bitki Hücresi                                                             Hayvan Hücresi


1- Hücre zarının dışında hücre                             1- Hücre zarının dışında hücre duvarı vardır. duvarı bulunmaz.
2- Şekilleri genelde köşelidir.                              2- Şekilleri genelde yuvarlaktır.
3- Plastitleri vardır.                                             3- Plastitleri yoktur.
4- Sentrozom bulunmaz.                                     4- Sentrozom bulunur.
5- Kofulları büyük ve az sayıdadır.                      5- Kofulları küçük ve çok sayıdadır.
6- Genelde lizozom bulunmaz.                             6- Genelde lizozom bulunur.

5- Hücre Zarından Maddelerin Geçişi :
Hücre zarı seçici-geçirgen özelliktedir ve her madde hücre zarından geçemez.
Hücre zarı ; • Küçük moleküller büyük moleküllere göre,
• Nötr maddeler iyonlara göre,
• Yağda çözünenler maddeler, çözünmeyen maddelere göre,
• (-) iyonlar, (+) iyonlara göre daha kolay geçerler.
Hücre zarından madde geçişi pasif taşıma ve aktif taşıma olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.

a) Pasif Taşıma :
Maddelerin taşınmasında hücre enerji harcamıyorsa bu taşımaya pasif taşıma denir. Pasif taşımada madde, çok yoğun ortamdan (çok olduğu yerden) az yoğun ortama (az olduğu yere) geçer. (Arabanın yokuş aşağı inmesi).
Pasif taşıma osmoz ve difüzyon olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.

• Osmoz : Çözen maddenin (sıvının) çok yoğun ortamdan az yoğun ortama
geçmesi.
• Difüzyon : Çözünen maddenin çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçmesi.

b) Aktif Taşıma :
Maddelerin taşınmasında hücre enerji harcıyorsa bu taşımaya aktif taşıma denir. Aktif taşımada madde az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçer. (Arabanın yokuş yukarı çıkması).

c) Turgor :
Çok yoğun ortama konan hücrenin su alarak kofulunun büyümesi ve kofulun hücre çeperine basınç uygulamasına turgor, bu basınca da turgor basıncı denir. (Tuzlu suda bekleyen hücrenin saf suya konması).


ÖRNEKLER :

1- Şekerin suda çözünmesi, kolonyanın kokusunun etrafa yayılması difüzyondur.
2- Bir bitki hücresi kendinden daha yoğun tuzlu su veya şekerli su ortamına konursa su kaybederek büzülür. Bu olay osmozdur.
3- Tuzlu su veya şekerli su ortamındaki hücre, saf suya konursa hücre su alarak şişer. Bu olay osmozdur.

6- Günümüzde Kullanılan Hücre Teorisi :
Günümüzde kullanılan hücre teorisine göre;
1- Bütün canlılar, bir ya da daha çok hücreden oluşur.
2- Hücre, canlının en küçük görev ve yapı birimidir.
3- Hücre, kendinden önceki hücrelerin bölünmesiyle oluşur.
4- Hücrede, canlıya ait bilgileri taşıyan maddeler (DNA) bulunur.

1. Alternatif Etkinlik : Mikroskobun Keşfi (Öğretmen Kitabı – 19)
Amaç : Mikroskobun keşfi ile ilgili verilen bilgilerin değerlendirilmesi ve
soruların cevaplandırılması.
Yapılacaklar : • Etkinlikte verilen metin öğrencilere okutulur.
• Metnin sonundaki sorular öğrencilere yöneltilir.
• Alınan cevaplarla öğrencilerin düşüncelerini paylaşmaları ve mikroskobun önemini algılamaları sağlanır.

1. Etkinlik : Canlının En Küçük Yapı Birimi (Ders Kitabı – 19)
Amaç : 1. Aşamanın amacı bitkilerin hücrelerden oluştuğunun kavranmasıdır.
2. Aşamanın amacı ağız içi epitel hücresinin temel kısımlarını görerek hayvan hücresini tanımak.
Yapılacaklar : • I. Aşamada;
– Öğrenciler gruplara ayrılır.
– Etkinlik sırasında bistüri kullanılacağı için öğrenciler uyarılır.
– Soğan bistüri yardımıyla dörde bölünür.
– Bir parça soğanın bir yaprağı çıkartılır ve pens yardımıyla soğanın bu yaprağından zarı ayrılır. Ayrılan zar büyüteç ile incelenir.
– İncelenen zar üç parçaya ayrılır ve her biri birer lam üzerine konur.
– Damlalık yardımıyla birinci lama bir damla su, ikinci lama bir damla yeşil gıda boyası, üçüncü lama bir damla siyah mürekkep damlatılır. Arada hava kabarcığı kalmayacak şekilde üzerine lamel kapatılır.
– Hazırlanan örnekler mikroskopta incelenir ve gözlemler deftere çizilir.
– Etkinlik sonunda öğrencilerin hücre duvarı, hücre zarı ve çekirdeği gözlemlemeleri beklenir.
– Soğan zarında görülen yapıların hayvanlarda bulunup bulunmadığı sorulur.
• II. Aşamada;
– Temiz bir lamın üzerine damlalık yardımıyla bir damla su damlatılır.
– Yanağın üç yüzeyi ya da dilin üst kısmı kürdanla hafifçe sıyrılır
– Yanak veya dilden örnek alınırken dokulara zarar vermemeleri konusunda öğrenciler uyarılır..
– Kürdanın ucu ile lam üzerindeki su damlacığı içerisinde bir süre küçük daireler çizilir.
– Damlacığın üzerine hava kabarcığı kalmayacak şekilde lamel kapatılır ve mikroskopta incelenir.
– Öğrenciler mikroskopta üst üste binmiş hücre kümeleri görebilir ve bunlardan birine dikkatleri çekilir.
– Hazırlanan örnekteki lamelin kenarına damlalık yardımıyla metilen mavisi damlatılır ve örnek yeniden incelenerek gözlemler deftere çizilir.
• Bitki ve hayvan hücrelerine ait gözlemlenen resimler öğrencilere çizdirilir ve kendi resimleriyle gerçek resimler karşılaştırılır.
• Gözlenen hücrelerin gerçekte üç boyutlu olduğu fakat mikroskopta iki boyutlu göründüğü belirtilir.
• İnsan hücrelerinin hayvan hücresi olup olmadığı konusunda insanların da memeli hayvan olduğu vurgulanır.
• Sonuca Varalım Kısmında;
– Soğan zarı hücresi köşeli, epitelyum hücre dairesel.
– Soğan zarı hücresinde hücre duvarı bulunur, epitelyum hücrede bulunmaz.
– Bitki hücreleri ve hayvan hücrelerinde gözlenen yapılardan bazıları ortak olarak bulunur.

4. Etkinlik : İki Dost Hücre (Çalışma Kitabı – 13)
Amaç : Hikaye okutularak soruları cevaplamaları istenir. Bu sayede bitki ve hayvan
hücresinin temel kısımlarını ve bu hücreler arasındaki benzerlik ve farklılıkları öğrenmeleri sağlanır.
Yapılacaklar : • Tahta iki kısma bölünür. Birinci kısma bitki ve hayvan hücresinin
benzerlikleri, ikinci kısma da bitki ve hayvan hücresinin farklılıkları öğrenciler sayesinde yazdırılır.
• Hikayeden faydalanılarak hücrede bulunan yapılar ve görevlerinin neler olduğu açıklanır.
• Bitki ve hayvan hücreleri arasındaki benzerlik ve farklılıklar açıklanır.

5. Etkinlik : Doğru Çıkış Hangisi? (Çalışma Kitabı – 14)
Amaç : Verilen soru ve cümlelerin doğruluğunun kontrol edilmesini sağlamak.
Yapılacaklar : • Bu etkinlik ödev olarak verilir.
• Cümlelerin doğru veya yanlış olması durumuna göre doğru çıkış 1.
çıkıştır.

6. Etkinlik : Hücrelerdeki Benzerlik ve Farklılıklar (Çalışma Kitabı – 15)
Amaç : Bitki ve hayvan hücrelerinin benzerlik ve farklılıklarının belirlenmesini
sağlamak.
Yapılacaklar : • Bu etkinlik ödev olarak verilir.
• Bitki ve hayvan hücreleri arasındaki benzerlik ve farklılıklar yazılır.

7. Etkinlik : İstasyon Etkinliği (Çalışma Kitabı – 15)
Amaç : Hücreyle ilgili temel kavramların uygulanmasının sağlanması.
Yapılacaklar : • Sınıfta üç grup oluşturulur ve gruplara isim verilir.
• Sınıf içinde bitki ve hayvan hücresine ait üç istasyon kurulur.
• Hikaye İstasyonu; Birinci istasyonda hücreleri anlatan hikaye yazılır.
• Resim İstasyonu; İkinci istasyonda hücreleri tanıtan resim çizilir.
• Slogan İstasyonu; Üçüncü istasyonda hücreyle ilgili slogan yazılır.
• Her istasyondaki bekleme süresi en fazla 5 dakikadır.
• Elde edilen ürünler sınıf panosunda sergilenebilir.
 



 

 






7- Hücreden Organizmaya :
Canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için beslenme, solunum, dolaşım, boşaltım, üreme gibi yaşamsal faaliyetleri gerçekleştirirler.
Tek hücreli canlılarda yaşamsal faaliyetler tek hücre içerisindeki organeller tarafından gerçekleştirilir.
Çok hücreli canlılarda yaşamsal faaliyetler tek bir hücre tarafından değil hücre toplulukları tarafından gerçekleştirilir.
Çok hücreli canlıları oluşturan hücrelerin hepsi aynı yapıda ve görevde değildirler. Canlı vücudunu oluşturan hücreler görevlerine göre farklı özellikler kazanmışlardır. Canlı vücudunu oluşturan hücrelerden bazıları birleşerek üreme görevini, bazıları birleşerek destek ve hareket görevini, bazıları birleşerek besinleri veya çeşitli gazları (oksijen ve karbondioksit) taşıma görevini, bazıları da birleşerek koruma görevini yerine getirirler.
Çok hücreli canlılarda yapı ve görevleri aynı olan hücrelerin oluşturduğu hücre topluluklarına doku denir. Bitki ve hayvanlarda bulunan dokular birbirlerinden farklıdır. Bitkilerin yapısında bulunan dokulara bitkisel dokular, hayvanların yapısında bulunan dokulara hayvansal dokular denir.
Çok hücreli canlılarda dokuların oluşmasıyla dokular arasında işbölümü ortaya çıkmıştır.
İnsan vücudunda kan, kas, kemik, sinir, yağ, destek, salgı, epitel doku gibi çeşitli dokular bulunur. Her dokuyu oluşturan hücrelerin şekli, görevi, yapısı, büyüklüğü ve dizilişi o dokuya özgüdür. Bir dokunun hücresi ile başka bir dokunun hücresinin şekli, görevi, yapısı, büyüklüğü ve dizilişi farklıdır.
Çok hücreli canlılarda aynı yapı ve görevdeki hücreler birleşerek DOKULARI, dokular birleşerek ORGANLARI, organlar birleşerek SİSTEMLERİ, sistemler de birleşerek CANLI ORGANİZMAYI (CANLI VÜCUDUNU) oluştururlar.

HÜCRE → DOKU → ORGAN → SİSTEM → CANLI ORGANİZMA(CANLI VÜCUDU)

ÖRNEK : • İnsanda, kemik hücreleri birleşerek kemik dokusunu, kemik dokusu
birleşerek vücudun değişik yerlerindeki kemikleri, vücuttaki bütün kemikler de birleşerek iskelet sistemini oluştururlar.
• İnsanda, kas hücreleri birleşerek kas dokusunu, kas dokusu birleşerek vücudun değişik yerlerindeki kasları, vücuttaki bütün kaslar da birleşerek kas sistemini oluştururlar.
• İnsan vücudunda bu şekilde oluşan kas, solunum, dolaşım, boşaltım, sindirim, sinir, üreme gibi sistemler de birleşerek canlı vücudunu oluştururlar.

HÜCRE DOKU ORGAN SİSTEM





NOT: 1- Bakteriler, virüsler, mantarlar tek hücreli, insanlar, hayvanlar ve bitkiler çok hücreli
canlılardır.
2- Tek hücreli canlılarda yaşamsal faaliyetler hücre tarafından gerçekleştirilir.
3- Çok hücreli canlılarda yaşamsal faaliyetler hücre toplulukları yani dokular tarafından gerçekleştirilir.
4- Hücrede bulunan organeller kısaca aşağıdaki gibi kodlanabilir.
(PİS KEREM GEL)
5- Hücrede bulunan organellerin tamamı hücre tarafından üretilir. Hücreye alınan (protein, karbonhidrat ve yağ gibi) besin molekülleri hücre tarafından birleştirilerek organeller üretilir. Bu olaylara yapım olayları denir.
6- Hücrede bulunan yıpranmış ve yaşlanmış organeller hücre tarafından parçalanarak yok edilir (veya küçük parçalara ayrılır). Bu olaya yıkım olayları denir.
7- Hücrede gerçekleşen yapım ve yıkım olaylarının tamamına metabolizma denir.
8- Hücrede bulunan organellerden bazıları zarsız, bazıları tek katlı zarla, bazıları da çift katlı zarla çevrilidir.

• Zarsız Organeller : Ribozom – Sentrozom
• Tek Zarlı Organeller : Koful – Lizozom – Golgi Aygıtı –Endoplazmik Retikulum
• Çift Zarlı Organeller : Mitokondri – Plastitler
9- İncelenmesi en kolay hücrelerden biri soğan zarı hücresidir. Çünkü soğan zarı saydam ve hücreleri büyüktür. Üzerine iyot çözeltisi damlatılan soğan zarı, basit bir mikroskop yardımıyla incelendiğinde hücrenin temel kısımları görülebilir. İyot çözeltisi, hücrenin kısımlarını boyayarak belirginleşmesini sağlar.

8. Etkinlik : Hangisi Farklı (Çalışma Kitabı – 16)
Amaç : Bitki ve hayvan hücrelerinin ayrılmasını, hücre ve doku arasındaki farkın
belirtilmesini sağlanması.
Yapılacaklar : • Ders kitabının 22. sayfasındaki resim incelenir ve resimle ilgili
sorular sorulur.
1- Ağacın hücreleri ile Zeynep’in hücreleri arasında benzerlik var mıdır?
2- Zeynep’in kendi hücreleri arasında ne tür farklılıklar vardır?
• Yaprak, sinir, epitel, kas, gövde ve kan hücrelerinin resimleri inceletilir.
• Etkinlikte verilen resimlerle ilgili olarak sorular cevaplanır.
– 1- a) 1, 6
b) 2, 3, 4, 5
– 2- a) 1
b) 6
c) 4 kas doku, 5 epitel doku, 6 gövde dokusu
– 3- 9
– 4- 7, 8

9. Etkinlik : Haydi Eşleştirelim (Çalışma Kitabı – 17)
Amaç : Konu ile ilgili öğrendikleri kavramların pekiştirmelerini, hücre, doku, organ,
sistem ve organizma arasındaki ilişkinin milli birlik ve beraberlikle ilişkilendirilmesini sağlamak.
Yapılacaklar : • Sorulan sorular, cevaplarla eşleştirilir.
• 1–c , 2–a , 3–e , 4–i , 5–g , 6–ı - , 7–m , 8–h , 9–f , 10–l , 11–k , 12–ç
13–b , 14–d , 15–n , 16–j
10. Etkinlik : Bulmaca Çözüyoruz (Çalışma Kitabı – 18)
Amaç : Öğrencilerin konu ile ilgili öğrendiği kavramları hatırlamalarını sağlamaktır.
Yapılacaklar : • Bulmaca sonunda kalan harflerden oluşturulan cümlede CANLININ
EN KÜÇÜK YAPI BİRİMİ HÜCREDİR cevabına ulaşılması beklenir.

Kendimizi Değerlendirelim : (Ders Kitabı – 23)

 2.hafta: Sperm yumurtayı deler, meydana gelen canlıya zigot adı verilir.3-4 gün içinde de rahime yerleşir.


4.hafta:

 


Embriyo döllenme gerçekleşene kadar(yaklaşık 48 saat) rahimde serbest bir şekilde yüzer. Döllenmeyle birlikte anne ile ilişki de başlar.
 

6.hafta:

 

 Embriyo 5 mm. civarındadır.İlk kalp atışları başlamıştır.Baş,ağız,karaciğer ve bağırsaklar şekillenmeye başlar.

10.hafta:

 

Embriyo 2,5 cm. civarındadır. Yüzdeki organlar,yumuşak baş, ayak parmakları belirginleşmeye başlar.Sinir sistemi ve birçok iç organ çalışmaya başlar.
 

14.hafta:


Fetüs 7,5 cm. civarındadır.Kaslar gelişmeye cinsel organ biçimlenmeye başlar. Gözkapakları,el ve ayak tırnakları oluşur.Fetüsün anlık hareketleri gözlemlenebilir.

18.hafta:

 

Fetüs 12,5 cm. civarındadır.Bebek gözlerini kırpıştırır,ellerini ve ağzını oynatabilir.Kıllar ve saç oluşmaya başlar.

22.hafta:

 

Fetüs 225 gr. ve 25,5 cm. civarındadır.Ter bezleri gelişir ve ten rengi transparandan opak renge döner.


26.hafta:

 

Fetüs nefes alıp gaz çıkarabilir ve ağlayabilir.Gözler tamamen oluşmuştur.Dilde tat alma tomurcukları oluşmuştur.Doğduğu takdirde %50 yaşama şansı vardır.

30.hafta:

 

Erken doğum halinde bebeğin yaşama şansı çok yüksektir.Prematüre olarak adlandırılır.


40.hafta:

 


Normal gebelik periyodu sona ermiştir.Bebek rahim dışında rahatlıkla yaşayabilir.


krar kirli el ağza sokulunca aynı kişiye veya diğer

insanlara bulaşır.

KANCALI KURT

Bataklık sularında yaşar. Çıplak ayakla suya giren insanların tırnak aralarından veya derideki bir çatlaktan vücuda girer.

 

PARAZİT SOLUCANLARDAN KORUNMA YOLLARI

—   El ve tırnak temizliğine dikkat edilmeli,

—   İçilen suların temiz olmasına dikkat edilmeli,

—   Veteriner kontrolünden geçmemiş etler yenmemeli,

—   Etler iyice pişirilmeden(çiğ olarak) yenmemeli,

—   Başı boş kedi ve köpeklerden uzak durmalı,

—   Evde beslenen kedi ve köpekler çiğ etle beslenmemeli,

       sık sık sağlık kontrolleri yaptırılmalı,

—   Vücudumuzda parazit varsa mutlaka tedavi olmalıyız.

 

Bağırsağında Parazit Bulunan Bir İnsanın;

—   İştahı azalır,

—   Karın ağrısı, ishal, kusma, kansızlık görülür,

—   Uyku sırasında ağzından salya akar

—   Burun içinde sık sık kaşıntı görülür.

 

YUMUŞAKÇALAR

Üç grupta incelenirler,

A)   Kafadan bacaklılar :

        Örnek : Ahtapot, mürekkep balığı

B)   Karından bacaklılar:

        Örnek   : Salyangoz

C)   Balta ayaklılar :

       Örnek    : Midye, istiridye

 

Özellikleri  :

—   Salyangoz dışında hepsi tatlı su veya denizlerde yaşarlar.

—   Salyangoz, midye ve istiridyede vücut dışında sert “kav-

       kı” bulunur.

—   Solungaç solunumu yaparlar.

 

DERİSİ DİKENLİLER

Örnek        : Deniz yıldızı, deniz kestanesi, deniz hıyarı

Özellikleri  :

—   Hepsi denizlerde yaşarlar.

—   Solungaç solunumu yaparlar.

—   Vücutları dikenlerle örtülüdür.

Dikkat :   Kirpi ile karıştırmayınız. Kirpi omurgalı hayvanların

                memeliler sınıfında bulunur.

 

EKLEM BACAKLILAR

Bacaklarında eklem sayısı fazla olan hayvanlardır.

Dört grupta incelenirler

 

A) Örümcekler

     Örnek   : Örümcek, akrep, kene

B) Çok ayaklılar

     Örnek   : Kırkayak, çıyan

C) Kabuklular

     Örnek   : Yengeç, ıstakoz, karides

D) Böcekler (Eklem bacaklıların en geniş grubudur.)

     Örnek   : Kelebek, arı, sinek, çekirge

 

 


—   Eşeysiz olarak bölünerek çoğalırlar.
       D)  Loş ışıkta göz bebeklerinin büyümesi
mikrobu tanıyacağından sık hasta olur.
lere antijen denir. Ak yuvarlar bu yabancı maddeleri yok etmek
 

Schwan

hücresi

 
Omurlardan oluşan omurga içindeki kanala yerleşmiştir. O-
        D) Solunuma yardımcı olmak
     C) Dalız                                        D) Örs

Acı

 

Tuzlu

 

Tatlı

 

Ekşi

 

Tatlı

 

Tuzlu

 

 
Tat alma organımızdır. Ancak tat dışında sindirim ve konuşma gibi olaylarda da görev alır. Dil kaslar-dan yapılıdır. Üzerinde girintili çı-kıntılı tat alma cisimcikleri(= tat memecikleri = papilla) bulunur. Dilimiz suda çözünebilen madde-lerin tadını alabilir.
katarakt denir. Ameliyatla düzeltilebilir.
zeltilir.
Uzağı iyi görür,  yakını göremez. İnce kenarlı mercekle dü-
Buraya “kör nokta” denir. Ağ tabaka gözün önünde ince ke-

İnsanlarda üreme basamakları:
Üreme hücreleri oluşumu
Döllenme
Gelişme

İnsanlarda gelişme dönemleri:
Bebeklik dönemi:0-1 yaş arası dönemdir.Bu dönemde tamamen yetişkinlere bağımlıdır.vücudu kontrol etmeyi,yürümeyi,ellerini kullanmayı,emeklemeyi öğrenir.

Çocukluk dönemi:1-6 yaş arası dönemdir.konuşmayı,yemek yemeyi,giyinip soyunmayı ve arkadaşlarıyla oynamayı öğrenir.cinsiyetinin farkındadır.

Okul çağı dönemi:kendi cinsleriyle oynamayı tercih eder.iyiyi kötüyü ayırt etmeyi öğrenir.
Ergenlik dönemi:vücudun büyüme ve gelişmesi hız kazanır.eşey organları gelişir.üreme hücreleri oluşturur.ruhsal değişimler gözlenir.
Yetişkinlik dönemi: meslek seçimi ve evliliğin olduğu dönemdir.
Yaşlılık dönemi:arkadaş ve torunlarla bir arada olmaktan ve onlarla paylaşmaktan mutluluk duyar.

Uyarı: ergenlik dönemi kızlarda 9-12 yaşlarında erkeklerde 10-14 yaşları arasında başlar.yani kızlarda ergenlik erkeklerden önce başlar.


Çocukluktan Çıktık Şimdi Ne Olacak?


Yaşınız gereği, ya içinde olduğunuz, ya da başlamak üzere olan bu dönem, ergenliktir. Doğal bir süreç olan ergenlikte, bedensel, duygusal ve psikolojik değişimler meydana gelir.
Çocukluk döneminin son bölümünde büyüme yavaşlar. Boy ve ağırlık artışı daha az olur. Ergenlik döneminin belirtilerinden biri de büyümenin hızlanmasıdır.
Bir erkek, çocukluk döneminde aynı yaştaki kızlardan genellikle daha uzun ve daha ağır olur. Ancak 12- 14 yaş arası hızla büyümeye başlayan kız, boy ve ağırlık olarak erkeği geçer. Ancak bu geçici bir durumdur, ergenlik döneminin ileriki zamanlarında erkekler kızları yakalar ve geçer.
Bu ve başka farklar kız ve erkeklerde ergenliğin aynı zamanda başlamadığını gösterir. Gerçekten de ülkemizde ortalama olarak kızlar 9–12, erkekler 10–14 yaşlarında ergenliğe girer.
Ayrıca, ergenlik döneminin başlangıcı, ülkelerin bulunduğu coğrafi koşullara göre de değişebilir. Sıcak bölgelerde daha erken başlar. Ayrıca beslenme de başka bir etkendir.
Ergenlikte görülen değişimlerden bazıları tüm insanlar için ortaktır. Bazı değişimler ise yalnız kızlarda veya yalnız erkeklerde görülür. Ancak şu bir gerçek ki ergenlik döneminin özünü, eşey hormonlarının neden olduğu fiziksel değişiklikler oluşturur. Buna bağlı olarak ruhsal değişiklikler de izlenir.


Ergenlikte kızlarda görülen değişimler:
Boy uzar
Yumurtalıklardan salgılanan östrojen Kilo artar ve vücutta yağ birikimi olur
Kalçalar gelişir.
Üreme organları gelişir
Üreme organlarında ve koltuk altında kıllanma görülür.
Adet hali görülür.
Sivilceler görülür
hormonu etkisiyle göğüsler gelişir

Ergenlikte erkeklerde görülen değişimler

Testislerden salınan testosteron hormonu etkisiyle testisler gelişir
Üreme organları gelişir
Ses kalınlaşır
Sakal çıkar
Cinsel organ ve koltuk altlarında kıllanma görülür
Boy uzaması kızlardan fazladır
Sperm üretimi başlar
Sivilceler görülür


Ergenlik Döneminde Karşılaşılan Sorunlar


Bu dönemde hızlı değişim gösteren bedensel gelişimin ( kıllanma, yüzde sivilce, ses kalınlaşması vs) yarattığı huzursuzluklar.
Yaşıtları arasında yer edinebilme kaygısı.
Otoriteye karşı çıkma, aileye ters düşme.
Yalnızlık isteği, çekingenlik, çalışmaya isteksizlik, kararsızlık.
Karşı cinsle arkadaşlık kurma isteği.
Meslek seçiminde kararsızlık ve kaygılar.
Kısaca, ergenlik dönemi bireyin kendisiyle ve çevresiyle çatışma halinde olduğu bir dönemdir.
Olumlu arkadaşlıklar kurmak, hobiler edinmek, spor yapmak ergenlik döneminin sağlıklı geçirilmesine yardımcı olur.
Ergenlik döneminde planlı ve programlı çalışmak, başarının temelini oluşturur.
Ergenlikteki değişmelerin normal büyüme ve gelişme olayları olduğu unutulmamalıdır.


Not:ergenlikte kız ve erkeklerde duygusal dalgalanmalar görülür.kendine güven duygusunda sorunlar gözlenir.utanma duygusu oluşur. İçe kapanma gözlenir.Bunlar normal olaylardır.
 

Değişim türü

Ruhsal etkiler

Kimlik arayışı

ü       Hayat ve çevreyi sorgulama

ü       Toplusal rolü belirleme

Bağımsızlık arayışı

ü       Yalnız kalma isteği

ü       Kendi başına hareket

Duygusal dalgalanma

ü       Hayal kurma

ü       Utangaçlık

ü       Öfkelenme

ü       Cinsel konu merakı

ü       Nedensiz can sıkıntısı

ü       Sevinç ve üzüntünün yer değiştirmesi

İletişim

ü       İletişimde güçlük

ü       Dikkat çekme isteği

Zihinsel değişim

ü       Kararsızlık

ü       Dikkatini toplayamama

ü       Soyut algılama

 
 
  Bugün 12 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı! gülcan  
 
bilgi sitesi Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol